Giriş - İletişim


 
 
 
 
 



İndirin puştu bayıldı.
Puştu indirdiler…
 -Ulan iki dakika dayanamadı pezevenk.  İşimizi mi yapacağız hemşirelik mi anasını satayım.
Tim şefi öfke içindeydi.
-Herif işkenceye dayanamıyor ki.  Bayılıp duruyor namussuz  Bir de bu kadar böğürmese…
Baş komiser durdu. Kendisiyle konuşur gibi..
-Tamam, bağıracak tabii… Sorgunun şanındandır  ama her işin de raconu var. Bu ne lan böyle bu kadar böğüreceksen neden komünist oldun it…
Yerde çırılçıplak yatan ve kirli beyaz bir göz bağı dışında üstünde hiç bir şey bulunmayan onca işkenceye rağmen yüzü hâlâ   güzel kalmış gence baktı
-Ayıltın ibneyi.
İbneyi ayılttılar

-Bak koçum. Mülkiyelisin diye sana iyi davranıyoruz. Senin ağabeylerinden birisi bizim şefimizdir. İnan, sırf onun yüzü suyu hürmetine Filistin askısını bile alçak tuttuk. Tam sallandırmadık. Neden? Çünkü sen şerefli bir okulda talebesin. Tamam, yapmışsın bir şerefsizlik. Vatan haini olmuşsun. Artık kaymakam falan da olamazsın. Aslında hiçbir bok olamayacağını ben şahsen Baş komiser Haydar garanti ediyorum ama bari milletine düşman olma komünistlik suçunun cezasının çektikten sonra git ırgat ol, hamal ne halt olursan ol ama  şerefinle devletine milletine  hizmet et. Bak ben devletimin köpeğiyim. Şeref duyarım. Sana işkence ediyorum diye bana kötü gözle bakıyorsun ama koçum bak ben de emekçiyim anlıyor musun. Emekçiyim ve sen emekçiye saygısızlık ediyorsun. Çünkü konuşmuyorsun. Ayıp değil mi? Yapma bak  üzerim seni… Seni üzmek ister miyim? Ama sen de beni üzüyorsun  Hadi Öt de gidelim evimize. Arkanda duran ağabeyinin yeni bebeği oldu. Senin yüzünden burada mahsur iki gündür. İbnelik etme hadi biz de sana ibnelik etmeyelim.
Sustu, ellerini arkasına kavuşturup odanın ortasında bir daire çizdi…
-Daha cop seansına başlamadık. Bir de kola şişesi uygulaması var ki Sizi vatan haini yetiştirirken mangalda kül bırakmayan en  göt hocalarınız bile kuzu olur burada kuzu anlıyor musun? Koçum gençsin çiçek gibi delikanlısın! Bak kimseye konuşmam böyle.. Biz burada ne ağabeylerini ablalarının gördük. Ayaklarımızı öptürdük anlıyor musun? Ne oldu? Konuştular efendi gibi sonra çıkışta sarıldık öpüştük onlar da kurtuldu biz de. Sen bilmiyorsun tabii Sadun Hocanızı bile bizzat falakaya yatırmış adamım ben.   Neymiş efendim profesörmüş de yaşlı başlıymış da. Ulan adam komünist be komünist! Hainin Allah ı yani!… Bir de saygı göstereceğiz ibneye. Çöktürttüm yavşağı yere. Tamam! Helal olsun gıkı çıkmadı ama gözlerine yaş dolduğunu gördüm.  Tam on iki falaka. Saydım  Sonra bıraktım. Biz de insanız oğlum sizin yüzünüzden insanlığımızdan çıkıyoruz ama bizde yufka yürek var yufka.
-Hocama sövme!
Hakan sesinin nasıl çıktığına şaşırdı.
-Bak sen şu talebeye. Hocasına da laf söyletmezmiş ibne. Saygı duyulacak davranış ama Oğlum sen önce götü kurtar da burada sonra efelik tasla… Şimdi kapa çeneni de dinle beni. Ne yaptı bu hocan biliyor musun?
Hakan kulak kesildi.
-Nereden bileceksin ne yaptığını o yaşlı moruğun. Gitti beni Kenan Paşaya şikayet etti. Evet, evet! İnanmazsın  mektup yazmış Kenan Paşaya. O şerefli Türk Askerine kıçı kırık bir komünist profesör bozuntusu şikayet etti beni. Kimi? Şerefli bir Türk Polisini…. Kime? Şerefli bir Türk Askerine
-Bozacıyı şıracıya yani…
Hakan konuşmaması gerektiğini bildiği halde kendini tutamıyordu.
Baş komiser kan dökücü bir hiddetle baktı.
-Bak koçum. Koç dedikçe anlaşılan  bazı organların kalkışa geçiyor. Adamı zorla terbiyesiz yaparsınız siz. Ulan ahlakım bozuldu bu adilerin yüzünden. Şimdi böyle yavşak, yavşak konuşup ağzımı bozdurma benim. Efendi ol dinle…
Hakan, efendi oldu.
Komiser sorgudakinin can kulağıyla dinlediğini görünce biraz sakinleşti.. Kısa bir sessizlik..
-Tabii  bu meseleler hassas. Ülkenin prestiji mevzubahis olursa alimallah bizi bile harcarlar ki helal olsun bu devlete bu can. Ammaaa ne gerek var?   Bir götü boklu profesör için ki herif komünist. Akıllı olsa komünist olmazdı zaten… Neyse Kenan Paşam da böyle düşünmüş olacak ki önce "neden yaptın gibisine bir şeyler soruldu. Amirlerime anlattım ben de "böyle, böyle dedim".  Paşama ilettiler.  Takdirimi de aldım yıl sonunda. Dosya kapandı. Ama ne oldu? Paşam meşgul edilmiş oldu boşu boşuna. Ulan biz kime nasıl muamele yapılacağına ilişkin emirleri doğrudan Paşamın subaylarından almıyor muyduk be adam. Sanki kendi keyfimiz için bu kadar ter döküyoruz burada  Bilmez ki! Koca profesör olmuş ama bilemiyor işte.
-Niçin falakaya yatırdınız.
Hakan gerçekten merak etmişti.
-Ne bilgisi alacaktınız ki hocadan?
-Sizin için, a salak koçum benim. Sizi komünist yaptı başımıza sardı o da cezasını çeksin diye çektim falakaya! Kötü mü yapmışım? Helal olsun ellerime!
Bir an gözleriyle ben ne yapıyorum dercesine  kendini sorguladı. Sonra
-Ulan soğuduk yaa. Bu herif sadece konuşmuyor bizi de bülbül etti öttürüyor. İşe bak yaa
O anda Hakan'ın suratına bir yumruk indi. Gözleri bağlı olduğu için farkına varmadan yüzüne inen darbenin şokuyla dünyası karardı. Elleri arkadan bağlı olduğu için boş bir çuval gibi yere kapaklanıverdi. Ağzına dolan kanı sorgu odasının zeminine boşalttı.
Baş komiser bu ani yumruğun kurbanı üzerinde yarattığı şok duygusundan memnun gülümsedi.
-Heh, heh. İşte böyle yaparlar adamı. Hadi yavşaklığı bırak da konuş. Ötücü kuşlar familyasından arkadaşlarını getirtme bana şimdi.
Durdu
-Tamam mı koçum.
Koç, gözbağı yokmuş gibi köşede duran subaya gözlerini dikti baktı, baktı.. Subay huzursuz oldu bu bakışlardan. Bu adam onu görüyor muydu yoksa. Haydar subayın huzursuzluğunu anladı. İmkansız der gibi eliyle boşluğa bir hareket yaptı..
Hakan gözbağını delercesine sessizce bakmayı sürdürdü.
-Tamam getirin kağıdı kalemi ifademe ekleme yapacağım.

-Oh işte bu kadaarr. Ulan ben Mülkiyelileri hep severim.. Ne anlayışlı çocuklar. Hem tarzları var hem de edepliler. İnan senin kaymakam olman için bizzat ben çalışacağım.  Neydi lan sizin o salak…
Ters bir söz söylediğini fark etti
-Yani… o güzel marşınız.
Eyyy vaaatttaann gözzzyyaaşşllaarıın biiitttsin  yyeetiişştttiik  çüüünnkküü bbbiiizz!
Zekice bir söz bulmuş gibi sevinerek
-İşte bak acıların da bitecek şimdi …
Aynı anda hem puşt hem ibne hem de koç olan işkencedeki konuştu:.
-Bitsin değil dinsin…
Baş komiser şaşırdı.
Kes lan ukalalığı biraz yüz verince..
Yok ,yok tam kıvama gelmişken şimdi işi bozmayalım dedi içinden.
-Ah be Koçum, doğru ya! Yaşlandık artık tabii… İş stresi, amir baskısı derken akıl mı kaldı bizde.. Bok çuvalına döndük satayım anasını. "Dinsin" olacak tabii. Hadi yaz bakayım şimdi sen.  

Genç polise döndü.
-Hadi verin çocuğa kâğıt kalem. Çay da  getirin. Hadi lan oyalanmayın  be.
-Tamam Amirim.
 Mırıldanır gibi konuşmaya devam etti.
-Çok umurumdaydı sizin yavşak marşınız ibne… Bir de ukalalık yapıyor aklınca… Bunların makam sahibi olmuşları da böyle ya. Demek bu okul adamı bozuyor arkadaş…
İki iri polis Hakan'ı kırık dökük bir eşyayı kaldırır gibi aldılar yattığı yerden ve bir sandalyeye oturttular… Hakan kalemi eline aldı. Ve o an kollarının tutmadığını fark etti. Kalem elinden düştü. Parçalanmış bedeninin ötesinde ruhunun kanadığını hissetti.
Baş komiser Haydar atıldı.
-Korkma koçum  ya… Sakat falan kalmadın. Biz adamı hiç sakat bırakır mıyız? Tamam, arada   elimizin ayarı, voltajın şiddeti kaçıyor ama inan olsun sağlamsın. Koç gibi delikanlısın merak etme sen şimdi ver şu isimleri. Bir de şu kızın adı neydi Serpil mi hah onun adresini rica ediyorum. Özden'le Gönül'ü de unutma… O kadar çok adını duyduk ki tanışmak bizim için şeref olacak… Hah hah.. Espri günümdeyim bak değil mi Küçük Haydar?
Evet Amirim. Siz melek gibi adamsınız zaten
Yalakalığın lüzumu yok Küçük Haydar.
Ne yalakalığı Amirim. En temiz hislerimle konuşuyorum. Çok komiksiniz
Ne diyorsun lan sen… Başlattırma şimdi komiğinden. Şuna bak yaa bana Levent Kırca muamelesi yapacak
Yaa Baş komiserim ne desek yaranamıyoruz….
Polisler eğlence halindeyken Hakan kalemi zorla parmaklarının arasına kıstırdı.
Kendi adının yazılı olduğu matbu evraka el yazısıyla bir şeyler yazmaya başladı. Kısa sürede bitirdi. Sorgu timi kendi aralarında şakalaşıyordu. Nihayet bu sorgudan da yüz aklarıyla çıktıklarını düşünüyorlardı..
Hakan'ın sandalyede sessizce durduğunu fark ettiklerinde beş dakika geçmişti.
-Ne o ne çabuk bitirdin öyle. Getirin şunun ifadesini
Baş komiser bu kısa ifadeden hoşlanmamıştı.
Saman sarısı kağıdı aldı. Zorlukla yazılmış bir cümleyi okudu.
-Adımdan gayrisini bilmiyorum.
İşkenceci kükredi.
-Vay puştların şahı seni… Vay Pezevenklerin kralı…Seni mazoşist köpek…
Deli gibi soluyordu
-Sana zevkin hasını tattırmazsan bana da Bu laboratuarın   askıcı Haydar'ı
demesinler…
Yanındaki polise döndü.
-Takın Filistin askısına ibneyi. Telleri de verin kalbine. Askıda tango nasıl yapılır görsün
Hakan bir an yanlış yaptığını düşündü. Bunları kızdırmamak gerekiyordu. Ama gözündeki şaşkınlığı görmek ne güzeldi. O ana kadar bedenini çürütmüşlerdi. Onların hükümranlığındaydı. Şimdi ise inisiyatifi eline almış gibiydi. Ama ölüme gebe bir   inisiyatif.
Askıya aldılar. Kolları kopartılıyordu sanki. Tellerin birisini kalbine birisini ayak parmağına bağladılar ve   manyetonun kolunu bizzat Baş komiser çevirdi.
Bir çığlık…
Hakan'ın bedenindeki tüm kaslar ters yönlerde kasıldı. Kramplar içinde kıvranıyor. Kıvrandıkça vücudunun bütün yükü kollarına biniyor   iki ince dal gibi ipin ucuna bağlanmış kolları sankiı vücudundan sanki kopuyordu…
-Şimdi sakın konuşma yavşak. Ötersen küserim bak!
Ankara Emniyetinin kalorifer dairesinde  bir insan gırtlağından nasıl çıktığı anlaşılmayan haykırışlar dar dehlizlerde çınlıyor. İşkence için sırasını bekleyen kadın ve erkekler kulaklarını tıkayarak bu sesli zulümle baş etmeye çalışıyor   acı içindeki dostları için gözyaşı döküyorlardı.
İşkencedeki bayıldı.
-Oohooo bu ne böyle… Zevkini bile süremiyoruz ki… Ne o dayılık sökmüyor değil mi  burada Şerefsiz Mülkiyeli… Hadi gençliğine acımıyorsun bize de mi acımıyorsun lan? Bak senin baban yaşındayız. Ulan daha bir lokma koymadım ağzıma. Evde misafirim bekliyor diyorum dinlemiyor pezevenk…
Hakan'ı indirdiler. Teneke bir kovada bekleyen kirli kanla bulaşık suyu kafasında boca ettiler. Kendine geldi.
Yanıyor. Ciğerlerim yanıyor. Nefes, nefes alamıyorum. Bu, bu nasıl bir şey… Ciğerlerime kızgın şişler sokulmuş gibi ve sanki ciğerlerim benden bağımsız direniyor benim adıma savaşıyor sanki… Bayıldım. İyi ki bayıldım. Bu kadar acıyla insan yaşayabiliyormuş dedi. Sonra Serpil'i düşündü. Ufacık kız. Ne de sağlamdır. Üstelik komünist bile değil, sağlam bir sosyal demokrat. Onu da istiyorlar tezgahlarına. Sadece Devrimcilerle işbirliği yapıyor, arkadaşları vurulduğunda en ön safta yürüyor diye…Serpil'i mi bu Azrail sürüsünün eline teslim edeceğim. Ölürüm daha iyi…
Ölüyordu…
Ciğerleri yırtılmıştı. İç kanama vardı. Bedeni öylesine acı içindeydi ki ölümcül yarasının farkında bile değildi. Nefes alamıyordu. Her nefes bir işkence seansına dönüşmüştü.
Götürün bu siktiğimin yavşağını… Sonra devam ederiz. Pederler umreden yeni geldi bizde kalacaklar. .. Bunlar bir de Allahsız değil mi? Afyondu eroindi deyip alay ederler peygamberle dinle. Bak da gör o din sayesinde bugün yırttın şanslı pezevenk.
Kollarından sürükleyerek  sorgu odasından çıkartıldı. DAL'ın yan yana dizilmiş hücrelerinin bulunduğu koridordan geçirildi. Fareler gibi hapsedilmiş, işkence sırasını bekleyen insanlar…
Hakan iyi misin Hakaaannn…
Gönül'ün sesi bu.
Demek onu da almışlar. Neden soruyorlar o halde. Demek kız konuşmamış… Sesi ne güzel. Güzel bir türkü söylese şimdi.: "Demiri Toz Ederler kan serperler gökyüzüne"
Nefes bile alamıyordu. Konuşmak? Bir kelime dahi olsa… İmkansız. Cevap veremedi.
N'aptınız ona? N'aptınız?
-Kapa çeneni orospu. İlk seansı atlattın diye kurtuldun mu sanıyorsun. Sıranı bekle.
"Orospu!" diye düşündü Hakan.. Gencecik kızdı Gönül. Bedeni de ruhu da dal gibi.. İncecik… Orospu olmak için ne yapmıştı. Faşistlerin safında yer almamıştı. Suçu devrimci olmaktı. Fabrikalarda grevci işçi aileleriyle birlikte uyumuştu. Ah bu kadar haklıyız da bu kadar haklı olduğumuz için mi işkencelerdeyiz. Bu nasıl denklem. Ben anlayamıyorum artık.
Yapma Hakan dedi kendine.. Sadun Hoca ne demişti derste bir kere… Onlar bunları yapacaklar. Neden yapıyorlar diye üzülmeyin. Yapmasalar zaten onlar olmazlar. Yapmazlarsa zaten biz olurlar…
Bu "biz- onlar" denklemini düşündü yine…Ama biz olmak bu kadar yüce bir şey mi yani… İşkenceye karşı olmak, yoksulluğa karşı olmak, otoriterizmin siyasi baskıların  her türlüsüne karşı olmak, Faşizme karşı olmak için peygamber soyundan mı gelmeli insan yani..…
Yok, yok hâlâ anlamıyorum. Bu zulüm, bu acı, bu düşmanlık bu kahpelik…
Hücresinin önüne geldiler. Koridor nöbetçisi kapıyı açtı. İki Polis bir çuvalı fırlatıp atar gibi Hakan'ı köşeye savurdular. Yere çarpan gövdenin sesi koridorda yankılandığı anda kırık kaburgalarından birisi ciğerine girdi gencin. Hakan acıyla haykırdı.
-Daha çok böğürürsün bu dik kafalılığınla.
Hakan haykırmaya devam ederken kapıyı kapatıp gittiler.
-Hakan, Hakaaannn! İyi misin? Ses ver dostum ben Gönül ses et hadi!…
Duyuyor ama konuşamıyordu. Kızı üzmek istemedi. Konuşmamak için acılar içinde kalan bedeni bu kez konuşabilmek uğraşı ile sarsılıyordu.
-İyiyim
Öylesine kırık dökük çıktı ki ses Gönül çığlık attı.
Hakan ne yaptılar sana…
İyiyim dostum. Ben iyi oldukça herkes de iyi olacak…
-Hakan yalvarırım dikkat et.
Bu kez erkek kızın hatırını sordu
-Sana.. ne yaptılar. Cümleyi tamamladığında gücü kalmamıştı.
-Buradaki fiks mönüyü…  Boş ver bunları. Onları kızdırma tamam mı bak bunlar insan değil başka bir şey kızdırma onları… Sakın şaka yapma…
Şaka… Arkadaşları ne çok kızardı ona, yaptığı şakalar nedeniyle. Anlaşılan polisleri de kızdırmıştı işte…
-Tamam Gönül. Sen de dikkatli ol.
Şiddetli bir sancıyla kasılıp kaldı.
Sancıyla birlikte aklı da gidip geliyordu. Bir an neden Mülkiyeliliğe taktıklarını düşündü işkencecilerinin. O sosyalist olduğu için buradaydı. Mülkiyeli olduğu için değil. Ama ayrıca öfkeliydiler sanki… Sanki amirlerinden intikam alır gibiydiler… Bir an düşündü. Marmaris'te hava ne kadar güzeldir şimdi. Çıkıp dağlara serin, serin uyumak mümkün çam ormanlarının içinde. Çocukluğunda her yaz yaylalara çıkarlardı. Şimdi o güzelim mayıs ayında gecenin üçünde bir hücrede yatıyordu. Vücudu parça, parça edilmişti. Yoldaşlarını düşündü. Sonra içinde kaynayan öfke cehennemine rağmen Sosyalizmde, düşmanlarına dahi işkence yapılmasını istemediğini, sonra ne olursa olsun her fikrin kendini ifade etme hakkının verileceği bir düzeni, sonra işsizlik diye bir belanın kimsenin boynuna asılı bir levha olmayacak bir düzeni…
Sonra, tuhaf bir hayal düştü aklına. Yirmi beş yıl sonra Marmaris'te bir aralık akşamını düşündü. Kenan Evren'in hala yaşıyor olduğunu ve Mülkiyelilerin Dört Aralık Balosuna artık emekli olmuş Generalin çıkageldiğini, ve şimdi henüz çocuk olan mekteplilerinin her şeyi göze alarak ve Paşanın gözlerinin içine baka, baka hep beraber Mülkiye Marşını söyleyerek salonu yani kendi gecelerini terk ettiklerini ve eğer hiçbir hesap ödememişse o güne değin,  yıllar sonra çektirdiği acıların hesabını Generalin bu şekilde ödediğini…
Başkaaa bbiiirrr aaaşşkk iisstteeemmeezzz
Aşşşkkıınlllaaa ççaarrpppaarr kkaallbbiimmiiz.
Ne güzel marş dedi çünkü içinde AŞK var! O, yaşamak için fırsat bulamadıkları duygunun okullarının marşının ilk satırında geçtiğini ilk kez fark etti.
Gülümsedi. Hayalin güzelliği onu mutlu etti. Sonra bu en olmadık hayal için kendine gülümsedi. Ülke elden gitmiş, Siyaset yapan hemen herkesi mahpuslara tıkmışlar. Erdal Çocuku asmışlar göz göre, göre… Ben General Kenan'ı utandırmayı düşünüyorum dedi.  
O anda ciğerinin yarısının koparak sanki gövdesinin altına düşüverdi  ve aynı anda ciğerlerinden ağzına fışkırırcasına akan kanla nefessiz kaldı. Dudaklarından dökülen hırıltıya benzer bir çığlık hücre duvarlarına ulaşamadan yere düştü.    Ama kalorifer dairesi işkence hanesinin sakinleri yere çarpan hırıltının yankısını elleriyle hissettiler  
-Haakkaaannn
Gönül'ün çığlığında adını bir kez daha duydu Hakan. Adını sanki Ankara Emniyetinin giriş kapısında arkadaşları haykırıyordu. Onu almaya bu acılardan kurtarmaya gelmişlerdi ve gitmeye de niyetleri yoktu Hakan yanlarında olmadan. Tatlı bir düş dedi içinden. Hayal bile olsa ne hoş.
Ne Hoş
Ne Ho
Ne H.
N
….
Ankara Emniyeti'nde bir genç devrimcinin yaşlandığını görme hakkı, 7 Kasım 1982'de,  elinden alındı.
Yaşam hakkı için darbe yaptığını iddia ederek Bir milyon kişiyi tezgahından geçiren Cunta bir gencin elinden hayatını çaldı.

-Ne bağırıyor bu karı yine…
-Gidin bakın olmazsa kırın çenesini susturun…
- Hakaaann Haakkaaannn
Polisler, küfrederek Gönül'ün hücresinin önüne geldiler. Kapının üzerindeki küçük mazgalın kapağı açıldı. Ve açılır açılmaz bir erkek küfür edebiyatının en seçkin örneklerini, 20 yaşındaki bir genç kızı bedeninin her noktasıyla ilgili hayal dünyasını bile utançtan yerin dibine geçiren kelimeler eşliğinde daracık hücreye savurdu.
Ulan amcık karı… Kafamın tasını attırma toplarım bütün Abazalarını Altındağ'ın bir gece ziyafeti çektiririm senin üzerinden o itlere hem sen keyfini sürersin hem de Bent deresinin en namlı orospularından daha tecrübeli olursun kaltak! Kes sesini hadi!
- Gönül bu küfür sağanağını duymadı. Korkmadı. Öylesine haklıydı ki korkusu eziliyordu haklılığı karşısında.
Haykırdı!
-Katiller! Katiller!
Esmer olan polis, sövgülerine devam edeni sert bir hareketle   geri çekti  Yüzünü mazgala dayadı.
-Kes lan!dedi. Gönül e gözlerine dikip.
-Ülkede huzur bırakmadınız. Bak işte burada huzur var huzur. Okullarınızda uslu, uslu durup derslerinize çalışsaydınız ya. Yok illa bir hainlik yapacaklar. Sizin kanınız bozuk kızım kanınız. Yok işçi sınıfı mıyız yok   iktisadi kalkınmanın sınıflar arasında dengeli dağıtımıymış, yok ithal ikameciliğin ülkeyi emperyalistlerin kucağına oturtmasıymış. Yok asgari ücreti hayat standartlarının gerisinde kalmasıymış. Kızım oku efendi gibi sonra mali müşavir mi olacaksın müfettiş mi ne bok olacaksan ol nemalanan sistemden. Hikaye bu…
Gönül şaşırdı. Bu polis, "jargonu" nereden biliyordu. Bazı polislerin sol teori üzerinde uzmanlaştıklarını biliyordu ama bu .. bu .. sanki içerden konuşuyordu. Dikkatlice baktı yüzüne, Ve anladı. Bu iri esmer polis iktisattaki şu her eylemde başı çeken "deli oğlan" değil miydi.
-Sen osun dedi..
Polis bir an durdu. Kendisine bakan Gönül'e gözlerini dikti. Sonra kararlı bir sesle
-Ben oyum evet diye yanıt verdi .
-Hani sürekli karakol basalım, panzer yakalım diyen..
-Tam üzerine bastın. İtiraf edeyim ki sizinkiler bu yemlere fazla gelmiyorlar.
O sırada Hakan'ın hücresinden bir bağırış duyuldu.
-Gelin lan buraya! Bu it gebermiş. Ulan şimdi bir araba iş çıktı bize yaaa.
Gönül  "gebermiş" lafını duydu,  damarlarındaki kan kurudu, bütün türküleri sustu, ve olduğu yere düştü.
Baş komiserimi çağırın hemen.
Tamam Amirim.
Talebe Haydar, Hakan'ı okuldan tanıyordu. Sert ama sağlam çocuk olduğunu biliyordu. Kendisini bir kez "polisin" elinden kurtarmak için "frukoların" önüne bile atlamıştı. O aptal toplum polisleri kendisinin de polis olduğunu bilmediklerinden Allah yarattı demeden kemiklerini kırabilirlerdi mesele anlaşılıncaya kadar... Şimdi kendisini kurtaranın celladı olmuştu. İyi hissetmiyordu kendini. Amiri onu hep uyarıyordu. "Onlar insan değil Talebe Haydar. Eğer insan yerine koyarsan bu mesleği yapamazsın. Verem, verem ne kelime kanser olursun. Bak yaptığım işle gurur duymuyorum. Ama vatanım devletim için ter döküyorum. Tamam kanlı bir ter ama bizim işin de raconu bu. Unutma onların hepsi halk düşmanı. Sakın onlara insan muamelesini reva görme, kendi insanın gibi düşünme… Türkçe konuşuyor diye Türk muamelesi yapma. Hepsi böcek onların hepsi hasta.. ve biz cemiyetin doktorlarıyız. Bir tür haşarat ilacı sayılırız. Böcekleri ve mikropları cemiyet denen o devasa bedenden uzaklaştırıyoruz.
Talebe Haydar, Baş komiserin bu hayat tecrübesi kokan sözlerine değer verirdi. Evet hepsi mikroptu. Hasta olduklarını da biliyordu. Toplumu mikroplardan koruyorlardı onlar. Da… işte aynı okulda okuyup da aynı dersleri çalışıp aynı kantinden çay içtikleri arkadaşları hakkında böyle düşünmekte zorlanıyordu. Tamam onu komünist sandığı için kurtarmıştı Hakan… Bir dakika. Sahi bu nedenle mi kurtarmıştı. Yoksa dayak yemesin diye mi? Booşvveer öldü salak işte. Şimdi böceğin bedenini kaldırmalı… İçindeki yanmayı bastıramıyordu. İçinde geçirdi. "Böyle giderse iyi polis olamayacağız.."
 Baş komiser Haydar geldi. Hakan'ın artık kendisine benzemeyen yüzüne baktı.

-Ulan it gördün mü bak. Şurada paşa, paşa konuşacak sonra siktir olup gidecektin. Ne oldu. Ne oldu ha.. Şimdi   bir de seni gömmekle uğraş… Bu çocuğun girişi yapıldı mı?
Çocuk…  İt artık bir çocuktu.…
-Hayır Amirim. Apar topar aldık ya sorguya… Sonra yaparız demiştik.
-İyi demişiz. Yoksa bizim devlete bir kayıt kuyut girdi mi ömrü billah kurtulamazsın ıslak imzalısından karbon kopyasından…
Kaldırın şunu Mamak çöplüğüne…

Gönül üç ay göz altında kaldı.
İşkencenin her türlüsü denendi. Konuşmadı. Dal gibi kızın gövdesini parçaladılar.
Sustu.
Önce inatla ve inançla sustu
Sonra gerçekten.
Sustu Çünkü işkencenin şiddetinden aklını ve hafızasını yitirmişti. Kim olduğunu ne olduğunu hatırlamıyordu. Sanki bu hücrede doğmuştu. Hatırladığı sadece siyasal duruşu ve On İki eylülden sonra her gün sınıflarından evlerinden lokantalardan tekme tokat götürülen arkadaşlarıydı. Korkunç haberler geliyordu içeriye düşenler hakkında ama o kendi içeriye düşmesi hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu.
.Bu üç ay içinde ülkede referandum yapılmış ve On İki Eylül Anayasası %92'lik evetle onaylanmış ve anayasayı onaylayınca halk nedense aynı anda Cumhur başkanını da seçmişti. Cuntanın  Lideri Kenan Evren artık Cumhurun da Reisi idi.
Talebe Haydar, Gönül'ün tüm işkence seanslarına katıldı. Yapılacak ne varsa kendi elleriyle yaptı. O işine saygılı bir polisti. Mesleğinde kariyer yapmak istiyordu.Bu arada okula da devam etti. Sınavlarını verdi. Arkadaşlarına elektrik de…
Tüm bunlara rağmen  Gönül'ü unutmadı.   Neden yaptığını bilmiyordu. Ama Gönül'ü böcek olarak görmeyi başaramamıştı. O bir mikrop da değildi… Büyük bir hata yapmıştı. Düşmanlarını insan olarak düşünmeye devam etmişti. Çünkü onları gündelik hayatlarından tanıyordu. Nasıl yemek yerler nasıl konuşurlar, şakalaşırlar nasıl dedikodu yaparlar, nasıl severler, kızarlar… Sorguya çekilenleri İnsanlıklarından koparamayınca elinde sadece acı çektirdiği okul arkadaşları kalmıştı. Baş komiseriyle sıkıntısını paylaşmıyor ama içindeki hesaplaşma nedeniyle hem kendisinden hem de amirlerinden utanıyordu. O iyi bir polisti. Şimdi kendini sakatlanmış hissediyordu. Çünkü duygularından kurtulamıyordu. Acı çekiyordu.
Gönül'ün sorgusu tamamlandıktan sonra eksik evrak ve sorgulamalar nedeniyle üç ayın sonuna kadar hücrede tutuldu.
Bu üç ay boyunca Komiser Talebe Haydar, her gün Gönül'ü ziyaret etti. Gönül kim olduğunu bilmediği bu adama karşı ikircikli duygular besliyordu. Ona sürekli yemek ve ilaç getiren bu adama güvenemiyordu. Neden güvenemediğini bilemiyordu. O daracık hücrede hep uzak duruyordu bu utançla bakan adamdan. Dost değildi bunu hissediyordu. Ama dost gibi davranıyordu adam. Neden olduğunu bilmiyordu.
Mesaisinin belli bir bölümünü onunla geçiren üstelik de bunu herhangi görünen ya da gizili bir nedenle yapmayan bu adamla sohbet etmeye başlamıştı Gönül.
Gönül bugün nasılsın?
Sağol iyiyim. Sen?
Polis bu sen sorusundan her defasında utanıyor iyiyim diyemiyor başka bir konuya geçiyordu.
Hiç siyaset konuşmuyordu onunla. Ne bir ad soruyor ne de fikir tartışması yapıyordu. Gönül Mülkiyeli olduğunu Haydar'dan öğrenmişti. Bir şeyler uyanır gibi olmuştu. Hocalar dersler… Yavaş, yavaş bilinci de aklı da yerine geliyordu.
Biliyor musun Anayasa onaylandı.
İlk kez siyasete ilişkin bir cümle kurdu Talebe…
-Anayasa? Evet hatırlıyorum Anayasayı dedi. Demek geçti sonunda..
-Evet geçti ama sadece geçti değil ezdi de geçti. Haydar neden böyle konuştuğunu anlamadı. Kızı incitmek istemiyordu.
Nasıl yani
Yani  halkın yüzde doksan ikisi onayladı bu anayasayı.
-Yüzde sekiz bile müthiş bir oran dedi Gönül
-Anlamadım.
Bu kadar baskıya sansüre ve zulme karşı yüzde sekiz korkunç bir oran…
-Yanılıyorsun dedi sesindeki kızgınlığı saklayarak Haydar. Unutma ki, tarihi boyunca özgür yaşamış Türk halkına baskı ile, bu kadar ezici bir çoğunlukla verilmiş ibra oyunu hiçbir faşist güç kullandıramazdı... Eylül öncesi acı   yılları yaşayan halkımız  sizin yargılamayı düşündüğünüz Kenan Evren' i de yapılan referandumda yargılamış ve % 92 gibi bir çoğunlukla ibra etmiş oldu.
Gönül işkencecinin yüzüne baktı. Gözleri büyüdü, büyüdü..
-O yüzden mi işkence yapıyorsunuz?
-?
-O nedenle mi burada binlerce kişiye ellerinle işkence yaptın. İnsanları bir böcek gibi öldürdün. Ve hâlâ işkenceye devam ediyorsun. Madem halkın yüzde doksan ikisi arkanızda yirmi dört saat boyunca insanlar neden acıyla haykırıp duruyorlar burada.
"Özgür yaşama sevdalısı Türk halkının" elinden tüm özgürlükleri o halde neden aldı Kenan Evren ve Cuntası?. Bütün partileri dernekleri ve aklına gelebilecek en küçük cemiyeti neden kapattı o halde Kenan Evren… İnsanlar öldürülmesin diye mi kendisinden başka herkesin konuşmasını yasakladı? Sadun Hoca neden falakaya çekildi o halde? On yedi yaşındaki çocuk neden asıldı apar topar? Bir milyon kişi o halde neden hapsedildi ve  falakayla, elektrikle tanıştırıldı.. O halde neden milyonlarca insan, o şerefli dediğin general tarafından bu devletin hapishanelerinde karakollarında, işkence haneye dönüştürülmüş vatan topraklarında şerefinden edilmeye çalışıldı? Neden acıyla  onursuzlaştırıldı. Arkadaşının adlarını vererek kendinden nefret etmeleri sağlandı. İnsanlıklarından çıkarıldı? Neden? Neden? Madem ki halkın desteği arkasındaydı da bu zulme ne gerek vardı o halde?
Gönül konuşuyordu. Sorgudaki suskunluğunun acısını çıkartırcasına konuşuyordu.
-Biz neredeyiz Haydar. Burası neresi?
Haydar'a susmak düşmüştü bu kez. Neden sustuğunu bilmiyordu. Kendisiyle ilk kez konuşan ve ona çoktan unuttuğu insanlığını hatırlatan bedeni dağlanmış tecavüze uğramış ama ağzından yine de bir kelime dahi alamadıkları genç kız karşısında susuyordu. Mülkiyeli okul arkadaşı karşısında susuyordu. Susuyordu çünkü konuşmaya başlarsa içindeki vahşetin onu nereye çağıracağını biliyor ve konuşmuyordu. Konuşursa aynaya rahat bakabilmesini sağlayan bu genç kızın bir daha kendisiyle konuşmayacağını düşünüyor ve ruhuyla insanlık arasında köprü olan bu genç kız karşısında susuyordu. Gönül'ün konuşmasına gizli, gizli seviniyor ama bunu kendine açıklamaktan çekiniyordu. Gönül iyileşiyordu. Onu iyileştirenin kendisi olduğunu düşünüyor ve   bu duyguya yaslanarak seviniyordu.
Polis yanıt vermeyince Gönül devam etti.
-İşkence hane anladın mı İşkence hane! Ve burada siz devleti kurtarmadınız Haydar. Burada "özgür Türk halkının" ruhunu biçtiniz. Ruhunu biçip yeni bir elbise dikmeye kalktınız. Bu yeni elbise, hiç hayretmeyecek inan bana Haydar. Kimse bundan sonra mutlu olamayacak. Daha önce de değildik biliyorum. Her gün ölüm korkusuyla yaşıyorduk ve sen de oradaydın Faruk.
Faruk mu? Bu kız hatırlıyor, hatırlıyor…
Hadi söylesene Hakan Yurdakuler'i öldüren silahın kim tarafından katillerin eline verildiğini söylesene… Peki bizi tek bulduklarında sokakta döven kurşunlayan kendisine milliyetçiyim diyen sokak serserilerinin kimin tarafından teşkilatlandığını söylesene… Kurtuluş Parkında sevgilisi ile yürüyen çocuğun gözünü çıkaran faşistin nasıl karakoldan kaçırıldığını anlat. Kİ o çocuğu sen de tanıyorsun.   Ben mi silah severdim Faruk. Yoksa Hakan mı? Kimin silahı vardı bizim okulda Faruk. Ya da neden silah almak zorunda kaldılar… Faruk söyle bana Maraş'a Yetmiş yedi de neden bu kadar geç geldi Ordu. Yüzlerce kişi öldürüldükten sonra. Neden, neden? Cesetleri kurtarmak için mi?
Ah burada haklılığımı anlatmak zorunda bırakma… En acısı da bu biliyor musun? En büyük ezayı çekip sonra insanların senin yüzüne bakıp da "Siz de suçlusunuz" demesi… Ve insanların Kenan Evren adındaki eşkıyayı savunmaya kalkmaları…
Faruk, sesindeki öfkeyi saklamaya gerek duymadı bu kez.
-Ona eşkıya diyemezsin!
-Neden?
- Çünkü O… bir Cumhurbaşkanı şimdi de ondan. Yani yasal olarak suç
Kontrolünü kaybetmediği için kendisini kutladı Polis.
Gönül ilk kez güldü. Polis ona zarar vermek istemiyordu. Ama Gönül'ün bu polise yardım etmesi imkansızdı. Öylesine yaralıydı. Belki de sadece bir yaradan ibaretti artık.
-Bizi anayasayı ilga etmekten yargılayacaklar idamla biliyorsun
-Bilmiyorum. Henüz iddianame hazır değil.
-Bırak bunları Faruk. Biliyorsun. Ama   öncelikle idamdan yargılanması gerekenler bu adamlar. Çünkü anayasayı ilga edenler onlar hem de altı yüz bin silahlı erkekle. Yani silahlı örgüt de var işin içinde…
-Anlattıkların suç teşkil ediyor Gönül.
-Ne güzel işte işkence edilmeden suçumu itiraf ediyorum. Ama işkence sadece konuşturma aracı değil ki. Bunu sen de biliyorsun.
-Faruk kızıyor sinirleniyor ama tüm öfkesi bir duvarın önünde güçsüz düşüyordu.
- Türk Ordusu, kendi kafasına göre davranmadı.   Ordu, Anayasada belirtilen görevlerine uygun olarak davrandı. Üstelik Kenan Paşa darbe yapmaya mecbur bırakıldı.
İyi de bizim SBF DER  de anayasaya uygundu. DİSK de… Sence Barış Derneğinden   Büyükelçi Mahmut Dikerdem anayasaya aykırı bir örgütlenme içinde miydi? Faruk sen de biliyorsun Faşizm nedir?
Faruk susuyordu.
Faşizm burjuvazinin kendi yasalarına bile tahammül edemediği bir rejim değil mi? Akşam yatarken bedenine uyan takım elbisenin sabah üç beden küçüldüğünü düşünsene. 12 Eylül sabahı Tüsiad hariç halkın geri kalanının bütün elbiseleri giyilemeyecek duruma geldi. Çırılçıplak bırakıldı bu halk.
-Konuşup duruyorsun ama gerçekleri görmüyorsun hala  o türküde olduğu gibi "halkım, halkım" diyorsun… Sana Yüzde Doksan iki diyorum. Uyan artık Gönül Uyan. Ama sen bana hikaye okuyorsun.
-Evet ya! Ne demiştin. Özgür Türk halkı baskıyla bu kadar oy atar mı? Halbuki o özgür halkın bütün teşkilatlarını bir gecede   suçlu durumuna düşüren bu Cunta olmadı mı? Bir gece önce o halk bu kadar sendikanın derneğin partinin zorla mı üyesi yapılmıştı yani? Hangisi zoru içeriyor söyler misin bana? Siyaset sosyolojisi okudun sen. Zorla derneğe girmek mi yoksa muhalefetin yok edildiği bir ülkede cuntanın anayasasına   evet demek mi?
-Sana bir şey sormak istiyorum. Oy attın değil mi?
Faruk ikircikli yanıtladı.
-Evet. Oyumun rengini soracak değilsin sanıyorum..
- Tahmin ediyorum. Yoksa seçim sandığında bile ajanlığını unutmadığını düşünecektim.
Bu kez gerçekten öfkelendi Faruk. Kinle baktı aylardan beri ilk kez…
-Neden kızıyorsun dedi Gönül.
-Madem mesleğin seni kızdırıyor neden yapıyorsun o halde.

-Sadece susuyor olduğum için bu kadar çok konuşuyorsun. Ve Ben burada olmasaydım durumunun bu kadar rahat olacağını mı sanıyorsun.
-Zaten senin yüzünden buradayım Faruk. Sen bizim okulda ajan olarak çalışıyordun.
-Faruk dişlerini sıktı  Bunun da bir tür polis eğitimi olduğunu söyleyerek kendini rahatlatıyordu.
-Sorunu sor hadi..
-Zarflar nasıldı?
-Nasıl zarflar nasıldı?
-Yani oy pusulası evet ve hayır anlamına gelen pusulalar
-Sarı zarfın içine fikrini beyan eden pusulayı koyuyorsun. "Evet" oyu açık mavi. "Hayır" oyu ise koyu kahverengi.
-Bir soru daha Faruk.
-Sorguya çekildiğimi hissediyorum.
-Belki ama en azından konuşmayınca sana elektrik verecek kimse yok.
-Faruk'un gözlerinden yine bir öfke seli geçti. Sonra gülümsedi.
-Bekliyorum.
-Zarfın içinde ne olduğu görülüyor muydu?
Faruk sustu. Aslında beklediği bir şeydi. Oy pusulaları ülkedeki sessiz muhalefet tarafından sürekli eleştiriliyordu. İyi de bu kadın üç aydan beri buradaydı ve kendisinden başka kimseyle görüştürülmüyordu. Nereden biliyor olabilirdi ki zarfların şeffaf olduğunu? Bir an söylediğine şaşırdı. Yok yahu ne şeffafı biraz görünüyordu içi işte.
-Biraz…
-Nasıl biraz.
-Biraz fark ediliyor.
Ne kadar biraz
Basbayağı biraz. Yani biraz fazla. 
Kızdı 
-Ne var bunda yahu. Sandık başkanlarını polis mi sanıyorsun.
-Faruk. Faruk Sen de biliyorsun ama neden itiraz ediyorsun.
-Neyi biliyorum. Bildiğim Yüzde Doksan İki evetin çıktığı…
-Şeffaf zarflarla yapılan oylamada, kimsenin ses çıkaramadığı, ses çıkartabilecek hocaların, sendikacıların, öğrencilerin, memurların, işçilerin, namuslu bürokratların, parti başkanlarının hapse atıldığı bir ülkede…
Faruk sözünü kesti:.
-Bak parti başkanları diyorsun. Onların bu ülkeyi ne hale getirdiğini forumlarda konuşmaz mıydık.?
-Herhalde konuşmaz mıydınız demek istiyorsun? Kendini de bizden hissetmeye kalkma yoksa sana da işkence yapabilirler.
Sizden hissettiğim falan yok.  Ben On İki Eylül sayesinden bugün hayatta olduğunuzu düşünüyorum.
-Hakan hayatta değil ama!
-O bir kazaydı.
- Kaç bin kaza oldu bu topraklarda Faruk bugüne kadar ve daha kaç bin kaza olacak!
-Parti başkanları diyordum. Susmak zorunda kaldın bakıyorum.
-Haa evet. Hani özgür Türk halkının iradesine saygılıydın. Biraz önce şerefli özgür irade deyip duruyordun. Bir başka şerefli teşkilat gelip halkın şerefli oylarıyla seçilen şerefli meclisi kapatıp ıskartaya çıkartıyor sana göre bu da olması gereken diyorsun.
İnatçı tek yanlı bir komünist gibi konuşuyorsun.
Ben zaten Komünistim Faruk. Ama siz Cuntanın sopası oldunuz.
Faruk artık konuşmayı oluruna bırakmıştı. Gönül'ün kendisiyle konuşuyor olmasının sevinci tüm öfkesini bastırıyordu. Tabii şimdilik…
-Sen bırak şimdi bunları ve söyle bana. Diye devam etti Gönül
-Zarfların içi görülüyorsa ve Cunta "evet" verin diye herkese baskı yapıyorsa bir yerde memursan işçiysen ya da her ne isen ve "hayır" verildiğin duyulursa bir şekilde öğrenilirse halin nice olur sonra. Üstelik hep beraber hayır oyu vermek için bir örgütlenme yapmak bile mümkün değil iken çünkü üç kişi bir araya gelse isyan sayılıyor. Bak burada biz bütün muhalifleri toplamışsınız. Ancak Ankara Emniyetinin işkence hanesinde buluşabildik görüyor musun?
Gönül soluk almadan bir cümlesinin arkasına diğerini sıralıyordu.
-Fakat bir şey daha var!
-Gönül sen neden sorguda bu kadar çok konuşmadın?   Faruk'un  alaycı tonu  hissediliyordu.
Gönül işkencede yırtılan koltuk altı bağlarının sızısını derinden hissetti. Yüzü karardı.
Faruk korktu. Gönül'ü, o, insanlıkla son bağlantı noktasını kaybetmekten korktu
-Özür dilerim Gönül. Ben… ben işimi yap… Sana yapılanlardan dolayı üzgünüm.
-Faruk ruhunu böyle mi rahatlatıyorsun. Neden herkes için değil de benim için.
-Sen anlatmaya devam et Gönül.
Polisin kaygılı yüzüne baktı.
Faruk'un kendisini kullandığını biliyordu Gönül. Ve neden polisin burada olduğunu. Ve gönül varoldukça bu polisin kendini daha iyi hissedeceğini hatta işkence yapmaya iç huzuruyla devam edebileceğini biliyordu. Gönül bir tür uyuşturucuydu. Hatta bu yüzden onun göz altı süresini saçma sapan bahanelerle uzatıyordu. Gönülle bağlantısı sürdükçe işkence yapmak sorun olmuyordu.
Peki öteki işkenceciler… Onlar için sorun zaten baştan yoktu. Çünkü onlar için mağdurların insan kimliği bulunmuyordu. İnsan gibi değil bir şeymişçesine muamele ediyorlardı. Sanki bir oyuncak kuklaydı askıya asılan tecavüz edilen kolları kırılan kasları yırtılan sakat kalan ölen kanları zemine akan gözaltındakiler…
Faruk, mahkumları şeyleştiremediği sürece azapla kıvranıyordu. Gönül'le görüştüğü sürece bütün mağdurları Gönül’ ün kişiliğinde topluyor ve ötekileri insanlık dışı bir yere oturtabiliyordu. Bu oyunun ne kadar süreceğini bilmiyordu.
Evet bekliyorum dedi Faruk.
Peki dinle o halde. Bu anayasaya hayır oyu çıksaydı ne olurdu?
-Faruk kızın yüzüne baktı. İşkence insanın zihnini mi açıyor anlamadım diye düşündü içinden sonra bir küfür savurdu esprisine..
-Ne olacak dedi. Kenan Paşa  Danışma Meclisine yeni bir anayasa için   zaman verecekti.
-Yani
-Yani Paşalar Meclisi bir süre daha başımızda duracaktı.

Gönül'ün bakışlarına anlam veremedi önce Faruk.
-Ne…
Sonra ne demek istediğini anladı Gönül'ün.
-Ne yani MGK gitsin diye mi halk oy verdi diyorsun?Yo yooo..  Pes artık! Bu kadar komploculuk da zaten sizin gibi komünistlerde olur. Hayır, hayır saçmalık…
-Faruk,  düşünsene anayasayı halk reddetseydi cunta özür dileyip gidecek miydi. Öyle olsaydı Cunta liderlerine hapishane yolu gözükmez miydi. O zaman gitmemek için daha sert önlemlere başvurmak "zorunda" kalmayacak mıydı Kenan Paşanız…
Zorunda sözünü alaylı bir ifadeyle söylemişti.
Polis şaşkınlıkla dinliyordu
-Eğer bu anayasa reddedilseydi bu "beş generallik cunta" herhalde bir beş yıl daha başta kalırdı.
-Bak sana bu düşüncemin sağlamasını yapacağım. Ama bu bir iddia olacak.
-Söyle dedi Faruk.
-Eğer bu halk anayasaya evet dediyse bu kadar büyük oy oranıyla o halde Cuntanın partisine de oy verecektir.
-Ben de öyle düşünüyorum.
-Ama bak iddia ediyorum. Cuntanın partisi olan MDP ve o beş para etmez işkenceci general Turgut Sunalp'i halk seçmeyecek.
-Hiç sanmıyorum. Siz Cunta diye aşağıladığınız MGK'ya halkın düşman olduğunu düşünüyorsunuz. Hep hayal kurdunuz şimdi de öyle. Konseyi seviyor bu halk. Sunalp Paşayı da…
Bak hayal kurmuyorum. Halk solu iktidara getirecek demiyorum. Çünkü bu cunta soldan ancak izin verdiği adamları meclise gönderecektir. Ortada memur kılıklı solculardan başka kimsenin dolaşmasına izin vermez bu adamlar. Ama diyorum ki halk sadece   Cuntanın partisini cezalandıracak…Eğer böyle olursa anayasaya çıkan yüzde doksan iki oya ne diyeceksin. "Halkın Anayasayı sevdiğini ama  cuntanın partisini sevmediğini mi?"
Faruk ikna olmamıştı. Başını iki yana salladı.
-Hayır kesinlikle Sunalp Paşa iktidara gelecek. Halk bu beşliyi seviyor. Canını yaksa dahi.
-Ne güzel söyledin Faruk canını yaksa dahi.,
-Ve tek canı yanmayan takım TÜSİAD ve İş Adamları yani kapital sahipleri yani bir sınıf ki sen de adını biliyorsun?
-Öfff iyi ki adam bir laf etmiş.
Faruk heyecanla konuşmasına devam etti
-Yirmi yıldır işçiler gülüyordu şimdi gülme sırası bizde… Halit Narin'in sözünde kendi haklılığınızı bulmaya çalışıyorsunuz. Ama bak MGK enflasyonu da düşürdü.
-Sen iktisatta okuyorsun Faruk bunları bana mı söylüyorsun. Fiyatları kontrol ederse enflasyon düşer. Ama enflasyon ücretleri dondurursan düşer asıl. Tabii sadece ücret olayı değil şimdi işçi hakları ile ilgili kim bir şey söyleyebilir. Türk İş mi?
-Öyle diyorsun ama bak işçi çıkaran bir işadamını gözaltına almışlardı On İki Eylülün ilk günlerinde biliyor musun?
-Sahi mi?  Gönül şaşırmıştı. Ama şaşkınlığı kısa sürdü Peki bana şunu söyle bu tavır ne kadar sürdü ve sonra   kaç işçi işten çıkarıldı. Bu arada gözaltına alınan işçilerin de arzda sıkıntıya neden olduğunu düşünüyorum. Acıyla gülüyordu.
Faruk uzayıp giden tartışmadan hiç de sıkılmışa benzemiyordu.
-Peki Gönül sen de bana şunu söyle o halde ama lütfen çok yönlü düşün.
-Bekliyorum dedi Gönül kararlı bir sesle. Tartışmayla canlanmış gibiydi.
Polis cümleleri özenle seçerek konuşmaya başladı.
-Bu kadar çok insanın ölüyor olması ve bir anda Ordunun gelmesi ile birlikte can güvenliğinin sağlanması halkın destek vermesine yol açmadı mı? Bu halk sırf bu nedenle çocukları öldürülmesin diye Kenan Evrenin üç saatlik televizyon programlarını işgal etmesine bu generalleri sevmedi mi?
Daha önce de konuştuk bunları Faruk dedi. Gönül bıkkın bir sesle.
-Evet halk ne ister. Can güvenliği ve ekmek… Herkes can güvenliğini sağladığını iddia ediyor Cuntanın . Ama kimse sokakta on yıl boyunca solcu avına çıkanların kimler tarafından   kışkırtıldığını söylemiyor.  Kimse komandolar adı altında çetelerin kimler tarafından korunup kollandığından söz etmiyor. Sanki Ordu,   bu ülkenin en etkili kurumu değil de mahallenin sen ben bizim oğlanından ibaret….Son iki yıl sıkıyönetimler vardı da cinayetlerin ardı arkası kesildi mi katliamların, akan kanın…
-Burada kim var biliyor musun? Gönül'ün sorusu Faruk'u şaşırttı.
Gönül üç ayı aşkın süredir bu hücrede kaldığı için artık hücrelerin dizilişini işkenceye gidenleri, işkenceden hastaneye götürülüp tekrar sorguya alınanları, çözülenleri, arkadaşlarını işkenceye taşıyanları ya da direnip de vücudu parça, parça edilenleri herkesi biliyordu. Son olarak bir Ülkücü getirilmiş. Ve ondan sonra da onlarca MHP'li bu kez DAL'da yani hiç beklemedikleri bir yerde misafir edilmişlerdi. Getirilenler arasında Gönül'ü tanıyan ve çok insanın canını yakmış bir Hukuklu Ülkücü de vardı.   Gönül'ün orada olduğunu öğrenmişti. Sorguda işkencecilerine mütemadiyen sövüp zorluk çıkardığını duymuştu. Buna sevinmişti. Hiçbir zaman işkenceyi hak edilecek bir şey olarak düşünmemişti. İşkence edilen kim olursa olsun! Şimdi ise bu Ülkücü kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Onlar devlet için mermi sıkmış ve yemişlerdi. Tamam daha çok sıkmışlardı… Ama devlet şimdi onlara eşkıya muamelesi yapıyordu. O hayatını devleti adına feda ediyordu. Devleti ona komünist muamelesi yapıyordu. İşkenceden hücresine dönerken bir gece Gönül'ün hücresine yapışmış ve
-"Bizi bir köpek gibi kullandılar Gönül. Duyuyor musun kullandılar. Meğer sizin kafanıza inen coptan hiç farkımız yokmuş.   Halbuki kaç kere toplantılarına katıldım onların…İnan işkence koymuyor bana ama bu, bu beni öldürecek… Ülkücüyü döve, döve hücresine götürmüşlerdi. Gönül hepsini duymuş hiçbir şey söylememişti. Konuşan arkadaşlarının katiliydi…
-Metin de burada…
Metin mi? Hangi metin?
-Yapma Faruk?  Selim'in katili…
-Haa evet!  
Nereden biliyor bu kız yaa. Şu koridor nöbetçilerini uyarmak gerekiyor.
-Bak görüyorsun suç işleyen herkesi topladık. Herkese mesafeliyiz.
-Mesafelisiniz de neden bana Emniyette toplantılara katıldığını söyledi. Ne zaman nereye saldıracakları ne yapacakları konusunda yönlendirmiyor muydunuz? muydunuz.
Faruk sustu. Hayır demenin bir önemi yoktu.
-Abartıyorsun. Bu kadar işbirliği sonrası neden içeri alınsınlar ki?
-Tamam MHP'nin kendi iktidar perspektifi vardı ama onlar devleti kullanmak isterken daha çok kullanıldılar. Ve On İki Eylül meşruiyetini dayandırdığı can güvenliği argümanının güçlendirmek için MHP'nin kadrolarını ve cinayet işlemişlerin küçük bir bölümünü içeri aldı hepsi bu.   Bak bir iddiada daha bulunacağı. Yıl 1983 Şubat 11. Diyorum ki MHP'nin yönetici kadrolarından kimse ceza almayacak. Elbette en alttaki birkaç şanssız ceza alabilir. Ama onlar da devletin has adamı olarak sonra kullanılmaya devam edecekleri. Elbette içlerinden akıllı olanları çıkıp bu kullanma işini ya tersine çevirebilir ya da tümden bu ilişkileri açığa çıkartıp başka bir yol tutturabilir.
-Yani sizden olur öyle mi?
-Hayır hayır. Kimliğini korur ama daha bağımsız bir çizgi izleyebilir. Devletin sopası olmayı reddedebilir mesela…
-Peki diye devam etti Faruk. Sen kendinizi sütten çıkmış ak kaşık olarak görüyor musun? Sol hareketlerin cinayetlerini unutma!

Evet mesela Hakan Yurdakuler de sütten çıkmış ak kaşık değildi değil mi? Hani Mülkiyenin tam kapısında faşistlerin okulu kurşun yağmuruna tuttuklarında vurulan arkadaşımız.
Ya da cenaze törenlerinde üzerine kurşun yağdırılanlar da
Şiddeti siyasal araç olarak kullanan sol örgütler vardı evet ama sizin teşkilatta uyuşturucu işine bulaşan polisler var diye mesela narkotik şubeyi lağvetmiyorlar değil mi? Ya da Kızıl   Tugaylar Aldo Moro'yu öldürdü diye İtalyan Ordusu darbe yapmıyor… Sosyalizm bir seçenek olmasın diye önce içlerimizden en iyilerini sonra da sokakta önüne geleni öldürttünüz. Bizi kendimizi korumak için şiddete yönelttiniz. Sonra da halka dönüp bakın birbirlerini yiyorlar dediniz.
Ben demedim Gönül benim adımı kullanma.
Sen de bu sistemin parçası değil misin? Vicdan azabın seni de kurtarır mı elindeki kandan.
Ve unutma Kenan Evren eğer bu ülkede yasalar tarafından cezalandırılmadan yaşamaya devam etse bile asla huzur içinde uyumayacak. Bu kadar zulümle kim huzur bulabilmiş ki dünyada.
Faruk bu son sözlerin hepsini üzerine aldı
….
Arkası yarın
Kitap Odası İlahiyat İzmir 09:36 19 Aralık 2006

 

MURAT UTKUCU



Üye Girişi
Üye - Parola

Haberler
-12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında
-darbelere karşı eylül etkinlikleri başladı
-13 Haziran Ankara Buluşması
-PANEL : Seçimleri Okumak
-150. YILDA SBF<d>DER ETKİNLİKLERİ
Tüm Haberler

Yazarlar
Hasan Hüseyin Özkan
Murat Utkucu
Yunus Işın
Sinan Kasımoğlu
Kumru Başer
Osman Akınhay
Mehmet Ay
Fikret Yakar
İshak Kocabıyık
Handan Koç
Gülseren Karaçizmeli


SBFDER Web © 2008. Her Hakkı Saklıdır. Ana Sayfa |  Hakkımızda |  Fotoğraflar |  Yaşattıklarımız |  Yazılar
Sanat Galerisi |  SBF<d>DER |  Haberler |  Üyeler |  Linkler |  İletişim