|
|
BU ŞEHİR ARKANDAN GELECEKTİR!
Şehir
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
—Bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
Konstantinos Kavafis
“Yazın ilk günleri. Ulu manolya ağacının altında sonbahar yaprağı hüznünde yalnız başına oturan küçücük bir kız. Dalıp gitmiş. Bu yaşta neyin onu bu kadar hüzünlendirdiğinin adını koyamamış henüz ama içini acıtan bu durumun çok farkında. Bu hali hoşuna da gidiyor tuhaf bir şekilde. Kollarını bedenine sarmış, otururken düşünüyor. “Büyüdüğümde bileceğim bunun ne olduğunu, anlayacağım ve buraya gelip manolya ağacına söyleyeceğim” diyor kendine usulca. Verdiği karardan memnun yerinden kalkıp ağaca bakıyor sevgiyle ve geniş merdivenlerden okulunun alt bahçesine inmeye başlıyor. Kimse yok o gün okulda, birkaç görevli ve babası yalnız. Sanki birkaç gün önce arkadaşlarıyla dopdolu değilmiş, şimdi usulca indiği merdivenlerden neşeyle koşturmamışlar gibi o kadar kimsesiz görünüyor ki gözüne bahçe; babasının ona seslendiğini duyunca içi sevinçle doluyor. Eve gitme vakti, annesi bugün İstanbul’a gidecek gemiyle, onu yolculayacaklar. Çabuk hadi! ”
O küçücük kız bendim. O manolya ağacı da Trabzon’un Ortahisar mahallesindeki Gazipaşa İlköğretim Okulu’nun kocaman bahçesindeki manolya. Babam okulun müdürüydü ve evimize yürüyerek el ele giderdik hemen her gün okul çıkışı. O gün kocaman gemi annemi alıp giderken bana ayrılığın ne demek olduğunu da öğretti, annem döndüğünde tekrar kavuşmanın müthiş tadını da. Ayrılıklar bir gemiyi getirdi aklıma hep o günden sonra. Hâlâ şehrimden kalkan gemiler var mı İstanbul’a?
Ortahisar mahallesinin o güzelim evlerinden birinde geçti çocukluğumun büyük bölümü. 1960- 1978 yılları arasında kesintisiz yaşadığım şehrime fakülte için veda edip dönemeyenlerden biriyim ben de. Her sokağında peşine düştüğüm anılarımı yaratabildiğim kaçamaklarla yakalamaya çalışıyorum zaman zaman ama yetmiyor doğallıkla. Yüzü değişmiş bazı sokaklarımın, kitap almak için her hafta uğradığım kitapçım yok olmuş, marka bir mağaza şimdi. Okumaya aç küçük kıza verecek yeni bir kitap bulamayınca onu avutmak için çabalayan kitapçı amca da yok. Babamın her cumartesi akşamı parlattığı iki kadehle keyiflenerek söylediği Fransızca şarkıları dinleyerek, kolunda yürüdüğüm “Tabakhane köprüsü” duruyor hâlâ ama o yürüyüşün nedeni olan ve ailece gidilen “iki film birden” sinemamız da yok. Ganita âşıkları buluşturuyor mu yine bilmiyorum. Kalepark yine doluyor mu yaz geceleri? Uzun sokak şimdi uzun gelmese de bana Arnavut kaldırımı sokaklar duruyor biliyorum. Simit yine aynı tadında, beton helvacı yerinde ve Kemeraltı bayram yeri gibi daima.
Bir şehir neden unutulmaz, neden onunla yaşanan anılar önemli olur da bir başkasından hiç iz kalmaz? Ayrı kaldığında bile yıllarca neden hatırlatır sana kendini her fırsatta?
Ben neden şehrimi hiç ayrı kalmamış gibi, ona “ihanet etmemiş” gibi içimde, yanı başımda hissediyorum hâlâ? Çocukluğumun saflığına, heyecanına ortak olduğu için mi; büyürken düşe kalka elimden tuttuğu için mi, dallarım başka göklerde gezinse de köklerim orada olduğu için mi? Galiba hepsi ve dillendiremediğim ama içimde bir yerlerde duran bir şeyler böyle hissettiriyor bana.
Gazipaşa İlkokuluna bir daha gidemedim. Manolya ağacına verdiğim sözü de tutamadım şimdilik. O gün hissettiğim hüzün hayatım boyunca benimle oldu, en mutlu anlarımda bile. Gençliğimin Türkiye’si darbeyle biten acı yılları yaşarken ben de payıma düşeni aldım ve katmerlendi bu hüzün. “Acıyı bal eyleyen” benim kuşağım hâlâ o çalkantılı yılların izlerini taşıyor. Bugün gidebilseydim manolya ağacına derdim ki: “ O küçük kız büyüdü. Ama o hüznü ve bundan tuhaf bir şekilde hoşnut olmasının nedenini hâlâ anlamaya çalışıyor. Büyümek her şeyi anlamaya yetmiyor. Şimdilik anlayabildiğim hem kendi şehrimde, hem ülkemde hem de dünyada içinde nefret ve kötülük besleyenler, iyiyi, güzeli, hoşgörüyü, birlikte yaşayıp, paylaşmayı isteyenlere yaşam hakkı tanımamak için çok uğraşıyor ve böyle devam ederse bunu başaracaklar. Köklerini saldığın bu güzel şehirde, senin etrafında koşup oynayan o çocuklar ve onların çocukları şimdi adının yanına konulanları hak etmiyor. Bu topraklar sadece yeşili üretmedi, insanı da üretti yüzyıllardır. O insan da geçmişinde saklı kültürü. Şimdi unutmuş gibi görünseler de benim gibi hepsi biliyor genlerine, ruhlarına işlemiş her şeye inat birlikte yaşamanın ve paylaşmanın güzelliğini. Kemençe ve tulum duyduğunda nasıl kıpırdarsa her birinin içi o kadar kesin bir şey bu. Ulu manolya, sen inan ve birgün benim gibi eteklerinde oturup seninle dertleşen başka çocuklara da fısılda, de ki: “Köklerine sahip çık ve unutma bu köklere hayat veren topraklar aydınlık yüzlü insanların topraklarıydı. Şimdi git, büyü ve birgün bana o aydınlık yüzlü insanlardan güzel haberler ver.”
Gülseren Karaçizmeli |
|
|
|