Giriş - İletişim


 
 
 
 
 




Ölü Bir Arkadaşa
Füsun Çiçekoğlu

1970'lerde katledilen Siyasallı devrimciler için 14 Haziran'da, Ankara'da yapılan anma toplantısı, sürgünde olmanın tanıdık sızısını, bir zamanlar dilimizin konuşulduğu yerden ve zamandan sürülmüş olmanın ağrısını dindirmese de farklılaştıran bir buluşmaydı. Her yıl olduğu gibi bu Haziran'da da, yitirdiğimiz arkadaşları anmak için 1979’da öldürülen Hakan Şenyuva'nın mezarı başında toplanıldı. Sözlerle, seslerle, dokunuşlarla yitirdiğimiz arkadaşlara değebilmek; ‘şu koca dünyadan bahset bize’ der gibi ölen arkadaşlara seslenerek unutulmadıklarının kanıtını şu koca dünyaya bırakmak istiyordu o gün Hakan'ın mezarı başındaki herkes.

Hey! Selim!
Bu gece bizimle olamaman ne acı
Hey! Selim!
Çok korkuyorum, Selim.
Deniz o kadar büyük ki!
Gittiğin yerde bizi ne bekliyor Selim?
Hepimizin gideceği o yer neye benziyor?
Dağlar mı var, vadiler mi,

Polisler mi var orada askerler mi,
hiç geriye bakmadık ki biz.
Şimdi tek görebildiğim, deniz,
uçsuz bucaksız deniz.
Rüyamda annemi gördüm gece
kapının eşiğinde durmuş, ağlıyordu.
Noel’di, çanlar çalıyordu.
Dağlara kar düşmüştü.
Keşke burada olaydın
bize eskisi gibi

o limanlardan,
Marsilya'dan, Napoli'den,
Şu koca dünyadan bahsedeydin
Hey! Selim, anlat, anlat bize
Şu koca dünyadan bahset.
Hey! Selim, konuş, konuş bizimle...1

Sonsuzluk ve Bir Gün filminde, kaçak Arnavut göçmeni çocukların hayret, korku, hasretle Selim’in, ölen arkadaşlarının ardından yaktıkları ağıttır “Hey! Selim”.

Sonsuzluk ve Bir Gün'ün unutulmaz sahnesinde Selim'in ardından arkadaşlarının her biri kendince yas tutar. Kimi için için ağlar, kimi intikam yemini eder, kimi polisin ve askerlerin ‘orada’ da olup olmadığını merak eder. Belki de iyi bir şeydir Selim’in yerinde olmak, eğer ‘orada’ geride bıraktıkları dağlar, vadiler, anneler varsa; polisler ve askerler yoksa. Polislere ve askerlere bakmadan kaçmak gerekir, geriye bakılmaz çünkü ölümden kaçarken. Aslında içinden geçip gelmişlerdir bütün çocuklar, bilirler nasıl bir şeydir ama geriye bakamadıklarından tanımazlar yüzünü ölümün.

Çocuk tüccarlarından, mafyadan, polisten kaçışarak arabaların camlarını temizlemeye çalışmaktır ‘burası’, iyi bir yer değildir. ‘Burası’ sürgünde olmaktır çünkü artık. Bilinmezlik olan ‘orası’ hakkında sual edebilecekleri tek kişi, daha bir dakika önce yan yanayken ‘oraya’ giden arkadaşları Selim’dir. Yerde yatan inanılmaz sahicilikteki ölü bedeniyle her sorunun sorulabileceği, her cevabın beklenebileceği, sorulardan ve cevaplardan sıyrılıp giden, artık hiç ses etmeyen Selim’dir.

Ona dair her şeyi düşünme, söyleme, onu kendi sözleri, kendi rüyalarıyla giydirme hakkı olacaktır bundan böyle geride kalanların. Selim’in anlattıklarını hepsi kendince hatırlayacak, her biri kendi hatırladıklarından birbirinden farklı Selim’ler yaratacaklardır. Bu Selim’lerden hiçbiri giden arkadaşları olmayacaktır ama. Zaman içinde Selim başka biri olacak; rüyalarında, hatıralarında kalan sözlerle konuşmaya başlayacaktır onlarla. Her giden gibi o da kalanların hafızasında yeniden şekillenecek, Selim’in adından birden fazla hikâye çıkacaktır.

Yıllardır, Hakan'ın mezarı başında başlayan her anma toplantısında Sonsuzluk ve Bir Gün filminin gözümün önünden gitmeyen bir sahnesidir bu. Bu yılki anma toplantısında filmin çağrışımları daha da genişledi; kendini başka izleklerle de, kelimeleri ve sürgündeki yazarların bitmemiş eserleriyle de çağrıştırdı Sonsuzluk ve Bir Gün. Arkadaşlarımızın öldürüldüğü yaşlarda olanlarla zamana dair söyleşmek geçmişin silinmezliğini olduğu kadar, geri döndürülemezliğini de çağrıştırdı. Unutturulan dillerin ortak kaderini ve o kaderi değiştirmeye mecbur yazarları, yüzyıllar geçse de sürgünlüğün değişmeyen kelimelerini; sürgünde olanın, sızısını dindirecek tek ilaç olan anadilinin şefkatini arayışla geçen uzun yıllarını ve sonrasındaki tek gününü düşündüm hep Haziran toplantısında.

Seni sevgiyle anıyoruz Hakan…

Mehmed Uzun'un "Küçük Ölçekli Zaferler Büyük Ölçekli Mağlubiyetler"de yazdığı gibi anımsamak ve anımsananları anlatmak için anlatılanları da hep anımsamak için belki de"… Sürekli hatırlamak, sürekli hafızanın derinliklerine inmek, sürekli artık kimselerin açıp bakmadığı tozlu arşivlerin labirentlerinde dolaşmak, sürekli tüm bir geçmişi yakalamak, onu bildiğimizden farklı biçimlerde yeniden kurmak, mezara gömülmüş hakikatlere uygun yeni bir hafıza yaratmak, sürekli unutulmuş olanları unutulmuş sözcüklerle anlatmak gerekiyordu."2

Ölen arkadaşlarımızın hatıralarından yeni bir hafıza yaratmak da denebilir yıllardır her Haziran yapılan toplantılara aslında. Onları anmak için buluşanlar, onların unutulmuş sözlerini dirilterek geçmişe dair hikâyeyi yeni biçimlerde kuranlar her toplantıda artıyor. Her seferinde geçmişe duydukları merak artan gençler katılıyor toplantılara. Ölen arkadaşlarımızın ilkokul, lise arkadaşları katılıyor. Tozlu arşivlerin labirentlerinden yepyeni bir hikâye çıkıyor onlara dair.

Mezarı başında toplanarak bütün arkadaşları andığımız Hakan öldürüldüğünde, 10 Haziran 1979’du. Ölüm yıldönümlerinde ailesinin verdiği ilanda, Hakan’ın gençliğinde donup kalmış fotoğrafı ve “Sevgili Yavrumuz Hakan Şenyuva AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı iken 10 Haziran 1979 günü pusuda haince vuruluşunun (...) yılında seni, savunduğun haklı idealleri, ülkemizin ve insanlarımızın güzel geleceğine inancını sevgiyle anıyoruz” cümleleri vardır.

Parantez içindeki yılların sayısı artar ilanlarda geçen yıllarla birlikte. Hakan’ın katil zanlısı Fehmi Söylemez’in adı, adresi, yakalanamayışına duyulan isyan aynı kalır. Adaletin yerini bulacağına inançsa her geçen yıl azalır. 2004’te zaman aşımına uğrayan davadan sonra Söylemez’in yakalanamayışı olarak sürüp giden kandırmaca daha da acı verici oldu geride kalanlar için.
Bu yıl yapılan anmada dördüncü yılındaki, hesaplaşılamayan geçmişin bugüne miras bıraktığı, aşıma uğramayan bu acının kekre, buruk izi de vardı.

Her anmada olduğu gibi geçmiş zamana dair bir kaydı arama, anıların kaybını önleme kararlılığı, ortak hafıza kaydı tutma gayreti vardı. Geçmiş yeniden inşa edildi 2008 Haziran'ında, bir kez daha.3

Cebeci Mezarlığı’nda kırmızı karanfiller, yitirdiğimiz arkadaşlarımızın aileleri, ölen arkadaşların şimdilerde ellili yaşlardaki arkadaşlarının yanında üniversiteli öğrenciler vardı. Onların öldürüldüğü yaşta olan ve haklı idealleri savunan, ülkemizin ve insanlarımızın güzel geleceğine onlar kadar içten inanan gençler vardı. İsmi Hakan olan, Ali Fuat olan, Adil olan, Şevki olan, Bahri olan çocuklarımız vardı.

Düşünceli yüzler, Hakan’ın mezar taşına dokunanlar, mezarın çevresindeki otları yolanlar, mezarda bitmiş bitkilerden toplayıp köklendirmek için yanına alanlar vardı.

Mezar ziyaretinin ardından her yıl olduğu gibi okula gelindi. Okuldaki toplantı SBF’de 1976-1980 arasındaki dört yılda katledilen altı arkadaşımızın Hakan Yurdakuler, Ali Fuat Okan, Hakan Şenyuva, Bahri Gülpınar, Mehmet Adil Olcay ve Şevki Kobal’ın anısına yaptırılıp 22 Ekim 2007’de açılan 218 numaralı derslikte yapıldı bu yıl ilk kez. Okulun emektar çaycısı Recep Dayı’nın çayları içildi yine.

Sonsuz Bellek ve Bugün Sancısı

Jorge Luis Borges, “Funes ve Sonsuz Bellek” adlı öyküsündeki, İreneo Funes adlı karakteri anlatırken, “30 Nisan 1882 gününün tan sökümünde güneyden gelen bulutların biçimlerini biliyordu... Funes yalnızca her ormanın her ağacının her yaprağını hatırlamakla kalmıyor, aynı zamanda gördüğü veya düşlediği her kareyi de hatırlıyordu... İki-üç kez bütün bir günü yeniden kurmuştu; asla duraksamamıştı, ama her keresinde bu kurmalar bütün gününü almıştı. Tek başına benim anılarım, dünya dünya olduğundan beri bütün insanların sahip olabileceklerinden daha çoktur, demişti bana...” der.4

Funes’in İngilizce’yi, Fransızca’yı, Portekizce’yi ve Latince’yi çaba harcamadan öğrenivermesini sağlayan, her ormanın her ağacının her yaprağını kaydeden hafızasından duyduğu tedirginlik, kendi yüzüyle aynada her karşılaştığında, ellerine her bakışında şaşkınlığa düşmesiyle bağlantılıdır aslında. Bugüne yer kalmamıştır Funes’in dünyasında. Kendini bugününde yadırgayışı bundandır.

Öykü üzerinde düşündükçe hatırlamanın bugünün yerine geçtiği, kendi yüzünden hayret duyan Funes karakterine benzemeye, anıların işgaline uğramaya, anılardan ibaret kalmaya başlanır mı kaygısını duymamak zor. Kaygı sorularla birlikte geliyor üstelik de: Bugünün aynasında kendimize baktıkça gördüklerimiz nelerdir? Bugünümüzdeki yüzümüzü yadırgamadan geçmişimizi nasıl görebiliriz aynada, geçmişi unutmadan?

Bir arkadaşımızın yazdığı gibi, yas tutmadan anılarımızla güçlü olabildiğimizi, yas tutmayan hatırlama şekillerinin artık bulunmakta olduğunun umudu vardı bu yılki anmada. 5 Hafıza kaybını önleme zorunluluğu ile Funes’leşme kaygısının farkına varma bu yıl yapılan anmanın önceki yıllardan farklılıklarını belirliyor belki de. Arkadaşlar ardından yapılan her anma gibiyse da bu Haziran anmamız birçok bakımdan, yine de farklıydı bu yılki anma geçen yıllardan.

Ölü Bir Arkadaşı Anılardan Fazlasıyla Anmak

Bu yılki anmanın farklılığı, geçmişin yarınla buluşmasıydı.

Gelmekte olanların ve geçmiştekilerin, kendi zamanlarının içinden birbirine el uzatmasıydı bu Haziran buluşmasının öncekilerden farkı. Ölen arkadaşları hatırlarken, artık ortak hafıza kaydı tutmaktan farklı bir tavrın yeşermekte olduğunun en belirgin göstergesi, SBF öğrencilerinin kendilerine ait yeni bir tarih oluşturma niyetlerini beyanlarıydı.

Gençlerin Hakan’ın mezarı başında yaptıkları konuşmada, “Kendi mücadelelerinin geleneğin devamı olmakla sınırlı olmadığı”nı vurgulamaları, “geçmişin bilgisini geçmişin üstünü çizmeden bugüne dâhil etme”6 doğrultusunda bir adım atılıyor olduğunun belirtisiydi. Arkadaşlarımızı hatırlamanın zaman zaman hafıza kaydı tutmanın sınırlarına sıkışarak hatıra kaybına doğru gitme tehlikesine karşı bir duruştu SBF öğrencilerinin sözleri.

Bu sözler kadar, bu sözleri söyleyişlerindeki tavırları ve mezar ziyareti sonrasında SBF’deki toplantıdaki konuşmalarıyla da geçmişten devraldıklarının, “bütüncül anlatılar değil, tekil anlar, deneyimler,”7 olduğu belirginleşti. Geçmişin, belki de aradan geçen bunca zaman sonra bugünü işgal etmeden doğru bir yere oturuşmakta olduğunun belirtisiydi SBF öğrencilerinin varlıklarını ifade ediş biçimleri.

SBF-DER’in 1970’li yılların ikinci yarısındaki anti-faşist mücadelesinin ve geçmişin sahiplenildiğinin ancak baskı biçimlerinin değiştiği günümüzde farklı direniş ve mücadele yöntemleri geliştirerek ilerlendiğinin de, arayışların da, sorgulayışların da izleri vardı öğrencilerin kendi derneklerinde sürdürdükleri mücadelede. Hayata dönük olmanın ve direnç gücünün anma törenlerindeki alışılagelmiş söz ve tavırlardan ileri bir yerde şekillenmekte olduğunun beyanıydı SBF öğrencilerinin duruşu.

Bir başka farklılığı bu yılki anmanın, sürgünde olanların birbiriyle buluşmasıydı.

Anayurdundan ve anadilinden sürgün edilenlerle, hayatından arkadaşlarından ve ölümler pahasına kurulan bir dilden sürülenlerin buluşmasıydı bu yılki anma töreni. Ana dili barış ve insan olduğundan sürgüne yollananların buluşmasıydı. Sürgün tarihi uzun8 bir halkın temsilcisi olan ve halkının sürgün hafızasının kaydını tutan bir yazarın, ömrünü yurdundan uzakta geçirmeye mecbur edilen Mehmed Uzun’un mezarından getirilen toprak Hakan’ın mezarına arkadaşları tarafından serpildi.

Sürgünde geçen ömrü, çocukken uğruna tokat yediği Kürtçe’yi, kendine yurt edindiği anadilini dünyaya kazandırmış olarak 11 Ekim 2007’de Diyarbakır’da sona eren Kürt yazarı Mehmed Uzun’un mezarından toprak getirilmişti Haziran buluşmasına. Köyünden taşınan nar ağacının köklendiği toprak, Hakan’dan filizlenecek ağaçlara güç vereceği inancıyla serpildi mezara.

Edebiyatı yapılamaz, romanı yazılamaz denen bir dilin, Kürtçe’nin, dünya edebiyatıyla buluşmasını sağlayan Mehmed Uzun’un, "Barış, insanlığın yarattığı en önemli, en erdemli eserdir. Barış, ben dediğimiz şeyin öteki haline gelmesidir; öteyi anlamak onunla eşit ilişki kurmaktır. Barış, insanoğluna en çok yakışan erdemleri kendi içinde barındıran yepyeni bir kültür, bir terbiyedir,"9 sözleriyle savunduğu barış güvercini Hakan’ın mezarına kondu bu yıl.

Bir farkı da bu yılın, ütopyanın yerli yerinde durduğunu söyleyenlerin, ‘başka türlü bir hayat mümkün’ diyenlerin estirdiği rüzgârın ferahlığıydı. Bir zamanlar sokaklarda olmak için evlerini bırakanlar ve sokakların diline aşina olanlar vardı orada o gün. Yitirdiğimiz arkadaşlarımızı anmak için bir araya gelişin aşina olduğumuz dilin yeni lehçelerini öğrenmeyi andırması vardı. Bir araya gelişleri aile buluşmalarına benzetenlerin yanıldığını düşünürüm hep. Belki de aile olmanın rehavetini kendimize yakıştıramadığımdan, aileleri sokaklara bir türlü uyarlayamadığımdan… Bu yılki buluşma bizleri bir aile büyüğünün uzun, ağır ve kasvetli gölgesine dönüşmekten koruyacak ferahlıkta bir rüzgâr estirdi. Başka türlü bir hayatı mümkün kılabilmenin yolunun büyük harflerle alternatif hayat reçeteleri yazmaktan daha mütevazı, usul bir kararlılıkla evlerden sokaklara çıkmaktan geçtiğini hatırlattı bize o ferah rüzgâr. SBF ve Cebeci yerleşkesinde yaşananları paylaştı eski ve yeni SBF öğrencileri birbirleriyle. Yeni öğrenim döneminde turnikeli giriş adı altında öğrencilerin baskı altına alınma hazırlıklarına ve güvenlik adı altında sürekli yeni baskı mekanizmaları konulmasına karşı direnme kararlılığı paylaşıldı. Özel Güvenlik Birimi adı altındaki polisiye güçlerin hukuka aykırı uygulamalarına karşı çıkarak, yaygın polisiye önlemlerin yüzünü açığa çıkarma bilinciyle sokaklarda olma gereğinin, sokaklarda olanların yanında olma zorunluluğu daha da belirginleşti.

Uzun bir hikâyenin cevabındaki sürgünlerle zamana dair soruları cevaplarından çok olan yarınındakilerin buluşmasıydı. Asla anlayıp kabullenemeyecekleri arkadaş ölümlerinden hem kendine ait hem de ortak bir hikâye çıkaranların gidenlere “keşke burada olaydın!” demesinden daha çoktu bu Haziran.

‘Korfulamu, Xenitis, Argathini’

Mehmed Uzun'un toprağı Hakan'ın mezarına serpelendiğinde, sürgünlüğün ne demek olduğunun cevabını oradaki herkes kendince aradı belki de. Sorunun ve cevabın çok olduğu yerlerden geçildi sonra. Sonsuzluk ve Bir Gün'deki farklı zamanların sürgün yazarları ve çocukla Türkiyeli Kürt bir yazarın uzun sürgün hikâyesinin ve kendi ömründen sürgüne gitmişlerin buluştuğu yerden üç kelime düştü bu Haziran’a cevaben.

Sonsuzluk ve Bir Gün’ün bu üç kelimesi Korfulamu, Xenitis, Argathini'ydi…

Hikâyeleri anlatan kelimelerden geçerek gelen ve hikâyesi olan kelimeleri anlatan filmden karelerle sürdü Haziran buluşması benim için. Kelimelerin kısa hikâyesi ise şöyleydi:

Ömrünün hesaplaşma günündeki ozan Alexandros Sonsuzluk ve Bir Gün filminde, ‘Yarın nedir?’ sorusunun cevabını ararken zamanın anlamını sorgular. Ölümcül bir hastalık nedeniyle o günün akşamında hastaneye yatmaya hazırlanan Alexandros, Selanik’te deniz kıyısında bir bankta oturur, çocuk ticareti yapan çeteden ve polisten kurtardığı kaçak Arnavut göçmeni çocuğa İtalya’da doğan Yunanlı şairin, Solomos’un hikâyesini anlatır.

Hikâyede Solomos’un, Osmanlı-Yunan savaşının sürdüğü yıllarda bir gece rüyasında gördüğü annesi onu adasına geri çağırır. Rüyasında aldığı bu çağrı üzerine adasına geri dönen Solomos yoksulluk, açlık ve felaketle karşılaşır anavatanında. Özgürlük savaşının sürmekte olduğu anavatanında herkes elinden geldiğince katkıda bulunmaktadır direnişe. Şair Yunanlı olmasına rağmen Yunanca bilmez; kendi adasında, kendi insanlarının arasında olmasına rağmen onların dilini bilmediğinden onlarla konuşamaz ve konuşmalarını anlayamaz.

Alexandros, “Bir şairin elinden gelen, özgürlük şiiri yazmaktır diye düşünen Solomos, bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı demiş,” diye sürdürür çocuğa anlattığı hikâyeyi. Solomos’un, bilmediği bir dilde şiir yazmak için kelimeler almaya başladığını, adada, garip bir şairin kelimeler aldığı haberinin kısa sürede yayıldığını anlatır.

Çocuğa anlattığı bu hikâyeden sonra kelime almaca oyunu oynamaya başlarlar kendi aralarında Alexandros ile çocuk. 19.yüzyıl şairi Solomos’un “Hür Esir” adlı bitmemiş şiirini tamamlamaya çalışan Alexandros, oynadıkları oyunda çocuktan kelime alacaktır, tıpkı Solomos gibi. Çocuk koşarak kalabalığın içine dalar ve her geri dönüşünde yeni bir kelime getirir Alexandros’a. Yunanistan’ın en büyük ulusal şairlerinden biri olan Dionysios Solomos’un yarım kalmış şiirini tamamlamaya ömrünü adayan Alexandros, sonsuzluktan önceki hesaplaşma gününde rastlaştığı Arnavut çocuktan bu oyunda üç kelime alır.

Getirdiği kelimeler hayatın yansısıdır. Kelimelerin ilki ‘korfulamu’dur. ‘Korfulamu’nun sözlük anlamı, ‘çiçek göbeği’dir. ‘Korfulamu’ kelimesinin Yunanca’da ifade ettiği duyguysa, annesinin kucağında uyuyan çocuğun huzurudur; kelime şefkat, sevgi, huzuru anlatır. İkinci kelime ‘xenitis’tir. Angelopoulos’un bir korsandan öğrendiği,10 Yunanca’nın unutulmuş bir kelimesidir ‘xenitis’. Yunanca’da ‘yaban’ anlamına gelen ‘xenos’dan türetilmiş bir kelime olan ‘xenitis’, sürgün olma halini, ama daha çok da daimi sürgünde olma duygusunu anlatır. Her yerin yabancısı ve her yerde sürgünde olanlar için kullanılır.

Oyunun son kelimesi ‘argathini’dir. Gecenin en geç saati anlamına gelir ‘argathini’. ‘Argathini’, en karanlık derinliğidir gecenin. Her şey için çok geç kalınmış olmasını anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Heraklitos’un, “Zaman, sahilde çakıl taşlarıyla oynayan bir çocuktur”, sözleriyle başlayan filmin son sahnesinden geriye, zamana dair ‘argathini’ sözü kalır. Bir çocuğun sorusuyla başlayan film, başka bir çocuğun o sorunun sahibine sunduğu kelimeyle cevaplanır. Sorunun sahibi kıyıda kalırken, cevabın sahibi olduğunun farkında olmayan çocuk kendi sürgününde yeni bir adım atar, kaçak olarak Amerika’ya giden gemiye biner.

Alexandros’un Yunanistan’daki 1967 darbesinden kaçtığında tamamlamaya ömrünü adadığı Yunan dilinin büyük şairi Solomos’un şiirine üç kelime bulunur, hayatı yansıtan üç kelime sonsuzluktan önceki hesaplaşma gününün oyununda... Üç sürgünü Solomos’u, Alexandros’u ve Arnavut çocuğu bir araya getiren kelimeler ‘korfulamu’, ‘xenitis’ ve ‘argathini’dir.

Haziran Sürgünü

Yaratılmış bir karakter olan Alexandros'u, gerçeklikteki Solomos'la buluşturan da, Mehmed Uzun'u romanını yazmayı tutkuyla istediği ama yetiştiremediği Auerbach'la zamanların ardından buluşturan da sürgünlüktür. Zamanın ötesine kalan kelimelerle ve sürgünlüğünün bittiği yerde ölüm meleğiyle buluşan büyük bir yazarla buluşanlar da başka bir zamanın ve farklı, yeniden kurulmakta olan bir dilin sürgünleridir aslında.

Benim Haziranımı gerçek kılan buluşmalar bunlardı bu yıl. Korfulamu derken ütopyanın anadilini, anadilinin şefkatinde ülkesini yaratanları; xenitis'te sürgünde olanları, argathini'de "yarın nedir?" sorularımızla başlayan zamana şimdilerde verilen cevapları buluşturdum bu yıl.

Siverek'te ilkokulun birinci günü okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken, aralarında Kürtçe konuşan çocuklardan birine “Türkçe konuş,” diye bir tokat atmıştı yıllar önce İstanbullu yedek subay öğretmen. Tokadı yiyen çocuk Türkçe bilmiyordu oysa. Yediği o tokat, ölene dek aklından çıkmamıştı Mehmed Uzun’un. Sürgünde yaşarken, ana dilini sürgünden dünyaya geri getiren o tokadı yiyen çocuk oldu.

"Kürtçe roman yazmaya başladığım zaman elimde Musa Anter'in 1960'larda hapiste hazırladığı incecik bir sözlük vardı. Bir de Mehmet Emin Bozarslan'ın sözlüğü, 19. yüzyıldan kalma bir sözlüğün çevirisi... Türkiye'ye gelemiyordum. Daha çok Suriye'ye gidip Kürtlerle, halktan insanlarla, amatör şair, şarkıcılarla, Deng Bejlerle birlikte oluyor, Kürt dilini keşfediyordum. Çiçeklerin, ağaçların, kuşların Kürtçe isimlerini öğrenip kaydediyordum. Diaspora'da benden önce yapılmış Kürtçe edebi çalışmaları, dergileri, kitapları tarıyordum."11

Hakan’la toprakları karışan Mehmed Uzun’un bu söyleşisini okuyana kadar, özgürlük şairi Solomos’un bilmediği dilde yazacağı şiiri için kelime topladığı günlerden bu yana çok zaman geçmiş gibi geliyordu bana. Solomos'un yarını denebilecek bir zamanda, Mehmed Uzun anadilinin kelimelerini unutulmaktan kurtarmak için aynı Solomos gibi dolaşmışsa yurdunda… Zaman nedir peki?

Sonsuzluktan önceki hesaplaşma günüdür herhalde. Hayatına anlam katan tek eylemi, yarım kalmış bir şiiri tamamlamak için olabildiğince çok kelime bulup almaya çalışan bir şairin, anadilinden aldığı unutulmuş kelimelerle kendini kurtarmaya çalıştığı prangadır zaman. Zamanın, yarında sonlanmayacak olduğunu anladığı andır insanın zaman.

Zaman, yurduna ölmeye dönen sürgündeki bir yazarın son günüdür. Zaman, uzun yıllar önce öldürülmüş bir arkadaşa mektup yazmaktır gecenin en karanlık saatinde. Gecenin yarına doğru aydınlanmaya başladığı andır. Bugüne dair düşünebilmeye başladığımız andır ya da zaman.

Zaman, gelecek Haziran’da Hakan’ın mezarından sürgün vermeye başlayacak olan bir nar ağacıdır belki de.

1) Yazının başlığında atıfta bulunulan, "To a Dead Friend" parçası çalarken kaçak Arnavut göçmeni çocukların ölen arkadaşları için yaktıkları ağıt. ("To a Dead Friend", Eleni Karaindrou’nun bestesi, Eternity and a Day (Sonsuzluk ve Bir Gün) filminden (Theo Angelopoulos, 1998)
2) Mehmed Uzun, Ölüm Meleğiyle Randevu, Ithaki Yayınları, 2008, s.24.
3) “Hatırlama, bir yeniden tanımlama sürecidir, geçmiş yeniden yapılır, bellek geçmişi icat etmenin bir yoludur.” Adam Philips’den aktaran: Münir Göle, “Doğru Olmadığını Biliyorum Ama Öyle Hatırlıyorum”, Bellek, Öncesiz Sonrasız, Cogito, YKY, Sayı 50, Bahar 2007, s. 27. Anma töreni sonrasında aramızda konuşurken, herkesin kendi yarattığı bir geçmiş olduğunu ve geçmişe dair kayıt ortak hale getirildiğinde anlamlı bir hikaye çıkarılabileceğini bir kez daha fark etmek anımsama süreçlerine dair daha derin düşünmenin gereğini gösterdi.
4)Hikâyeye internet üzerindeki erişim adresi: http://evans-experientialism.freewebspace.com/borges.htm
5) http://www.sbfder.com. "Anılarımıza sahip çıkarak belleksiz topluma bir cevap verebilmeliyiz. Bir dönemi yaşayan bizlerin anılarının yaşaması, belleklerden silinmesinin engellenmesi çocuklarımıza bırakabileceğimiz tek miras olmalıdır. Zamana rehin bırakılmış anıları toparlamak için bir araya gelmekle yükümlü olduğumuzun bilincinde olmamak mümkün mü? Kendimize olan saygımız, fotoğraflarda birlikte olup da şimdi birlikte olamayacağımız, kaybettiğimiz arkadaşlarımızın anısı bizi bir arada kalmaya zorluyor. Şairin dediği gibi belki ağaçların ve çimenlerin yeşil olduğu günleri geride bıraktık, ama yas tutmak yok anılarımızla güçlüyüz biz artık. Seçimini yapıp yola çıkan bizlerin, bu seçime bir şeyler ekleyerek ‘HİÇ’ olmayacağımızı göstermemiz gerekiyor.”
6) Birgün gazetesindeki söyleşiden alıntı. “Meltem Ahıska’yla Söyleşi: Entelektüel, Ezilenin Deneyimine Yer Açmalı”, Osman Akınhay, Bekir Tarık, Mesele Kitap Dergisi, Nisan 2008, Sayı 16, s. 12-21.
7) A.g.y., s. 21.
8) Mehmed Uzun, Şeyhmus Diken’in Amidalılar kitabına dair, “Türkiyeli Kürtlerin sürgün tarihi uzun, sürgün hafızaları kısadır. Yüzyıllar boyu süren bu sürgün tarihinden ne kaldı? Diken’in son çalışması Amidalılar, sözünü ettiğim hafızanın oluşmasına çok yardımcı olacaktır,” demiştir (Birgün, 1 Haziran 2007).
9) Mehmed Uzun’un Ocak 2007'de, rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı “Türkiye Barışını Arıyor Konferansı”na gönderdiği konuşma metninden. 
10) Amerikalı film eleştirmeni Gideon Bachmann’ın Theo Angelopoulos’la yaptığı söyleşi için bkz.
http://www.miscellanea.de/film/Theo_Angelopoulos/Interview1.htm. Theo Angelopoulos’un filmleri ve sinema anlayışıyla ilgili görüşlerini içeren söyleşilerinin toplandığı bir kaynak için bkz. der. Dan Fainaru, Theo Angelopoulos, çev. Mehmet Harmancı, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006.
11) Hasan Cemal, “Modern Kürt Edebiyatının En Büyük İsmi Mehmed Uzun ile Sohbet”, Milliyet.

 


Geri Dön


Üye Girişi
Üye - Parola

Haberler
-12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında
-darbelere karşı eylül etkinlikleri başladı
-13 Haziran Ankara Buluşması
-PANEL : Seçimleri Okumak
-150. YILDA SBF<d>DER ETKİNLİKLERİ
Tüm Haberler

Yazarlar
Hasan Hüseyin Özkan
Murat Utkucu
Yunus Işın
Sinan Kasımoğlu
Kumru Başer
Osman Akınhay
Mehmet Ay
Fikret Yakar
İshak Kocabıyık
Handan Koç
Gülseren Karaçizmeli


SBFDER Web © 2008. Her Hakkı Saklıdır. Ana Sayfa |  Hakkımızda |  Fotoğraflar |  Yaşattıklarımız |  Yazılar
Sanat Galerisi |  SBF<d>DER |  Haberler |  Üyeler |  Linkler |  İletişim