Giriş - İletişim


 
 
 
 
 



Ömür Karamollaoğlu

Ömür Karamollaoğlu

30 Ocak 1955–24 Mart 1977    (Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu Öğrencisi)

 

1955 yılında Malatya`nın Akçadağ ilçesinde doğdu. 1971 yılında Ankara Abidinpaşa Lisesinde okurken devrimci mücadeleye bir sempatizan olarak katıldı. 1974–75 döneminde SBF-BYYO`da (Siyasal Bilgiler fakültesi, Basın Yayın Yüksek okulu) yüksek öğrenim gençliğinin akademik-demokratik mücadelesinde aktif olarak yer aldı. 12 Mart sonrası ilk öğrenci derneklerinden olan SBF-BYYO Öğrenci Derneği`nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Ayni dönemde AST`da oyuncu olarak da çalışan Ömür M. Gorki`nin “Ana” ve B. Brecht`in “Carrar Ana`nın Tüfekleri” oyunlarının sergilenmesinde yer aldı. 1975 başından itibaren THKP-C/HDÖ üyesi olarak profesyonel devrimci yaşamına başladı ilk görevi Ankara`daki legal kadroların sorumluluğunu üstlenmek oldu. Beylerderesi`nden sonra Ankara Bölge Komitesinde yer aldı. 1976-Haziran Kararından sonra Güney Anadolu ve Hatay bölgesinde kadroların politik eğitimleriyle görevlendirildi. Ayni yılın Aralık ayında THKP-C/HDÖ-Ankara Bölge Yöneticiliğine atandı. 1977 yılında THKP-C/HDÖ`nün Öncü Savaşına başlamasıyla birlikte gerçekleştirilen “26 Ocak Harekâtında yönetici olarak yer aldı. 1977 Şubatında Genel Komite üyeliğine getirildi. Ankara ve Karadeniz Bölgelerinin Merkez Yöneticisi olarak şehir ve kır gerillasının stratejik örgütlenmesiyle görevlendirildi. “19 Şubat Harekâtı”nın düzenlenmesinde görev aldı. “30 Mart Harekâtı”nın ilk günü, 24 Mart 1977`de, Ankara`da yaşamını yitirdi.

 

Posta kutumu açıp, Ömür’ün 22 yaşındaki resmiyle karşılaştığımda yaşadığım, kendimi kontrol edemediğim bir panik haliydi.
Bütün gün dönüp dönüp Ömür’ün duru bir nehir gibi akan gözlerine baktım.

Siz de gördünüz değil mi; ölme değil sevme yaşında bir çocuk masumiyeti ile bakıyor gözlerimize,
haklı olanların dünyayı omuzlarında taşımaya hazır gülüşüyle gülüyor yüzlerimize.

Ne zaman onu düşünsem, okul boykotundaki kararlı tavrı ile gelip dikiliyor gözlerimin önüne.
Bizi bir derslikte toplayıp;
“Çocuklar siz haklısınız ama ülkemizin üstünde kara bulutlar dolaşıyor. O nedenle boykotu bırakın” diyen okul müdürüne, boykotun kırılmayacağını söyleyen Ömür’ün sesindeki haklılık her seferinde yeniden ele geçiriyor gençliğimi.

Dönüp dönüp Ömür’ün genç suretine bakarken; o sesin peşine takılıp onunla birlikte toplantıyı terk ettiğim, sonra da dürüp katlayıp anılarımın başköşesine kaldırdığım o günü düşündüm yeniden.

Sonra, bu küçük fotoğraf ve onu tanıyanların anıları da olmasa, kim inanır Ömür adında bir kır çiçeğinin bu ülkede açıp solduğuna diye düşündüm.

Sonra, ömründe hiç hasret çekmemiş insanların özlemek sözcüğüyle yetinebilmesine bir kez daha şaşarak,  Ömür’ün devrime adadığı genç ömrünü düşündüm.

Sonra onun sevdiği adamı düşündüm.

Sonra, anası babası kardeşleri sağ mıdır, Malatya’nın Akçadağ’ı yeryüzüne, bunca yıldır gidilemeyecek denli uzak mıdır sorusunun taşıdığı suçlamayı düşündüm.

Sonra bütün erken gidenlerin, savunulmasını boynumuza borç bıraktığı umudun gücünü düşündüm. 

Kalkıp 31 yıl öncenin Ankara’sına gidip  BYYO’nun merdivenlerine oturdum.
Kot pantolonu ve kolları katlanmış gömleği, gülümseyen aydınlık yüzü, gönlümü çelen mütevazi hali ile Ömür gelip karşımda durdu.
Çığır’ın yolunu tuttuk önce, Orhan’ın önümüze koyduğu tek tabaktan karnımızı doyurduk.
Sonra çıkıp onun kaldığı eve gittik ve uzun uzun sohbet ettik. Ondan çok şey öğrendim.

Çok geçmedi; sesiyle, dokunuşuyla, gülüşüyle, yüreğiyle, aklıyla bunca hayran olduğum Ömür bana, yaşıtım olan bir kadının böyle genç, böyle erken ölebileceğini de öğretti. 

Bir gün okula gelmedi Ömür. Sonra bir daha hiç görmedim onu.
Çok sonraları, elinde bir bombanın patlamasıyla öldüğü söylendi.

***
1978’de Ankara kapalı cezaevi kadınlar koğuşunda üç siyasi tutukluyduk ve sivillerle aynı koğuşta kalıyorduk.
Hırsızlık, cinayet, fuhuş gibi nedenlerden gelen kadınların arasında olmak, acemisi olduğumuz hayata dair yaşamışlığı fazla birikmemiş olan bizlere mahpusluğu gerçekten mahpusluk gibi hissettiriyordu.
Bir gün koğuşa, kucağında kundakta sarılı bebeğiyle Feriye adında genç bir kadın geldi.
Tutuklanma nedeni hırsızlıktı.
Ankara’nın Martında koğuş buz gibiydi, yetersiz verilen yakacak her günkü gibi tükenmişti.
Birkaç saat geçmedi, Kasımpaşa’lı Feriye’nin bebeği ateşlendi. Gardiyanı çağırdık ama bebeği hastaneye götürmesi için ikna edemedik.
Hırsızlıktan yatan Adıgüzel’in iri gövdesiyle üstünde tepinerek kırdığı ranza parçalarını sobaya atması da kar etmedi soğuğa, bebeğin durumu sabaha kadar iyice kötüleşti.

Ertesi gün erkekler koğuşunun görüş günüydü ve görüş yerine gitmek için kadın koğuşunun önünden geçmek zorundaydılar. Sabah erkenden kapının önünde bekleyip, dışardan onların seslerini duyduğumuzda, “bebek ölüyor, hastaneye gitmesi gerek” diye avaz avaz bağırdık. Onlar sesimizi duyduklarında kapının önünde birikip, bize destek oldular. Olayın büyümesini istemeyen idare Feriye ve bebeğini hastaneye gönderdi.

Ardından cezaevi savcısı üçümüzü karşısına dizip; “burada bir olay çıksaydı müsebbibi siz olacaktınız, sürerim hepinizi buradan” diye tehdit ettikten sonra, “alt kattaki çamaşır yıkanan yeri koğuş olarak kullanın ama ısıtmasına karışmam” dedi. 
Bütün ciddi durma çabalarımıza karşın, kahkahalarımızı koğuşa kadar tutamadık dönüşte.
Bebeğin hayatı kurtulduğu için çok keyifliydik, zaten cezaevinde olan birine yapılabilecek en son tehdit olduğunu düşünerek, “sürerim sizi buradan” cümlesini komik bulmuştuk ve nihayet ayrı koğuş talebimiz kabul edildiği için kendimizi iyi hissediyorduk.

Doktorun verdiği ilaçlarla bebeğinin yaşamını kurtaran Feriye bizden de keyifliydi. Minnet duygusundan nasıl davranacağını bilemiyordu. Bebeğinin bir adı yoktu henüz ve seve seve ona Ömür diyeceğini tekrarlayıp duruyordu. Ömür’ün gidişinden bir yıl sonra bir Ömür’ümüz daha olmuştu.

***
1981 yılı sonlarına doğru, Adana Kapalı Cezaevi’nde geceleri ranzalarına gidip, bütün sivillerin dilekçelerini, mektuplarını yazıp, isteklilere okuma yazma öğrettiğimiz gecelerden biriydi.
Karşımdaki kadının dilekçesini yazıp bitirdikten sonra, evine göndereceği mektubunu yazmaya başladım. Evdeki herkesin hatırını sual eden cümleleri o söyleyip ben yazarken, birden kadının tanıdık olduğunu fark ettim. Ankara Kapalı Cezaevi’nde yatıp yatmadığını, çocuklarının yaşlarını ve adlarını sordum. En küçük kızı yeni doğduğunda Ankara’da tutuklu kaldığını anlattı.
“Kızımın adı Dilber” dedi ve der demez yüzüme daha dikkatli baktı.

Beni hatırladığında Feriye’nin yüzünü kaplayan o ezik gülümsemeyi hiç unutmadım.

 

bir türkü tutturmalı
1
göğe adanmış kırlangıç sürüleri
çiçek izlerinden
g
  ü
    n
      e
        ş
          e
             uçtular

yanyana
kanat kanada
m
  a
    v
      i
        y
          e
             kavuştular

diyebilseydik
ne güzel olurdu bu şiir

sevi yüklü bulut gibi
y
  a
    ğ
      a
        r
          d
            ı
               üstümüze

11
mevsim kışa döndü
aylar eylüle

kırlangıç sürüleri
dağ soluğuna hasret memleketin
ve bir tutam maviye
ö
    l
       ü
          m

             e
                 gittiler
yarı  g
          e
            c
              e
                d
                  e

herşey sustu
ve herkes
genç ö
          l
            ü
               m
                  l
                     e
                       r
                         i
                           n
                             d
                                e

111
sesleri
çoğalırken
gelecek günlere
onlar
a
  r
    a
      m
         ı
           z
             d
               a
                  n
                       ayrıldılar

birer ışıltı olup belleklerimizde
u
  z
    a
      k
        l
          a
            r
              a
                   aktılar

geride
çiğnenmiş
çiçek izleri
b
  ı
    r
      a
        k
          t
            ı
              l
                a
                    r

1V
öykünmeli
tohumun yeşile dönüşüne
ve yenikken bile
bir türkü t
                 u
                    t
                      t
                        u
                           r
                             m
                                a
                                   l
                                      ı
                                          sevda üstüne

bir türkü t
                 u
                    t
                      t
                        u
                           r
                             m
                                a
                                   l
                                     ı

                                        

sevda üstüne

 

                                                                                                                          gönül ilhan

 

 

 


Geri Dön


Üye Girişi
Üye - Parola

Haberler
-12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında
-darbelere karşı eylül etkinlikleri başladı
-13 Haziran Ankara Buluşması
-PANEL : Seçimleri Okumak
-150. YILDA SBF<d>DER ETKİNLİKLERİ
Tüm Haberler

Yazarlar
Hasan Hüseyin Özkan
Murat Utkucu
Yunus Işın
Sinan Kasımoğlu
Kumru Başer
Osman Akınhay
Mehmet Ay
Fikret Yakar
İshak Kocabıyık
Handan Koç
Gülseren Karaçizmeli


SBFDER Web © 2008. Her Hakkı Saklıdır. Ana Sayfa |  Hakkımızda |  Fotoğraflar |  Yaşattıklarımız |  Yazılar
Sanat Galerisi |  SBF<d>DER |  Haberler |  Üyeler |  Linkler |  İletişim