Fransız Şair Joe Bousquet bir dizesinde "Yaralarım benden önce vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum" der. Bizi biz yapan öyküyü bu dizeden daha iyi ne anlatır ki? Bedenlerini ve ruhlarını dünyanın bütün yaralarına sığınak yapanların öyküsünü. Yedi kıtanın kırları ve şehirlerinde açılmış bütün yaraları her dil ve her renkte kanayanların öyküsünü.
Öykünün erkekleri ve kadınları bütün coğrafyaların yerlisi oldu. Dünyanın haritada adı olmayan herhangi bir köyündeki çocuğun yarasıyla kanadı, Latin Amerika'nın, Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın dağların da ve şehirlerinde atılan yaşam çığlıklarını kendi dilinde çoğalttı, gönülleri dünyanın bütün sabahlarında tüttü.
Unutturmaya karşı hatırlatmanın öyküsüydü bu. Kedere sevinci, öfkeye sevgiyi, kurumuş nehir yataklarına suları, çorak topraklara yeşil bir esintiyi, bencilliğe paylaşmayı, teslimiyete direnci hatırlatmanın öyküsü.
Bu öykünün hiçbir insanı başına "eski" sıfatı getirilerek anılmamalı. Çünkü onlar hiçbir zaman hayatın ayaklarına geçirdiği ayakkabılar olmadılar. Hayatın kendisiydi onlar. Siyasal'ın çimlerine uzanan her beden, sömürüsüz, özgür bir dünya düşleyen bedenlerin devamıdır.
Kutsal kitap önce söz vardı der. Bizim öykümüz de önce düş vardı. Ve bu öylesine bir düştü ki "düşünde bile görse inanamazdı düşler" bu düşlerin gerçekte gördüğü işleri.
Siyasal'ın çimlerinde uzanan çocuklar var. Düş kuruyorlar. Duyuyor musunuz...
|