Gülseren Karaçizmeli
  
  YOKSA HEPİMİZ KÖR MÜ OLDUK ?
     
     
   “1998  yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun “Körlük (  Ensaio Sobre a Cegueira)”, kitabını herkese okutmalı” diye düşünüyorum bir  zamandır. Okumaya merakımızın azlığı aklıma gelince de “Filmini her kanalda  aynı saatte yayınlamalı” diyorum. (Kitabın 2008 yılında bir filmi yapıldı.  Yönetmenliğini Fernando Meirelles’in yaptığı, senaryosunu Don McKellar’ın  yazdığı filmin başrollerinde Julianne Moore ve Mark Ruffalo oynadı.) Liberal  düzene karşı olan Saramago bir röportajında şunları söylemiş: “Demokratik bir  sistemle yönetilmiyoruz. Demokrasi halkın belli aralıklarla oy vermesiyse, o  yapılıyor. Bence bu bir aldatmaca… Ötesi siyasetçilerin, büyük sermaye  sahiplerinin, feodal beylerin ağaların elinde… Onların büyük başarısı insanları  demokrasinin böyle bir şey olduğuna inandırmaları… Mesela IMF, Dünya Bankası  demokratik kurumlar değil. Bunları biz seçmedik ki. Onlar kendi aralarında  oturuyorlar, bizim düşüncemizi almadan bizim için neyin iyi neyin kötü olduğuna  karar veriyorlar.  İnsanoğlu özgürdür,  ama ne zaman özgürdür, doğduktan sonraki birkaç ay boyunca özgürdür. Hiç kimse  boynunda haçla doğmaz. Sonra da kendisi Hıristiyan olmaz, onu Hıristiyan  yaparlar.”     Saramago, körlük olgusunu  bir metafor olarak kullanarak, isimsiz bir şehirde, isimsiz karakterlerle  liberal demokrasinin insanlara neler yaptığını anlatır bize “Körlük” kitabında.  Yeşil ışığın yanmasını bekleyen bir adam ansızın körleşir. Evine gitmeye  çalışırken ona yardım eden bir hırsıza ve gittiği göz doktoruna hastalığını  bulaştırır. Derken körlük, bir salgın hastalık gibi bütün şehre yayılır.  Kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır. 
İktidar,  kör olan insanları eski bir hastane-hapishanede karantinaya alır. Körlerin  dışarı çıkmalarını önlemek için dışarıda bekleyen silahlı nöbetçilerden başka  görevli yoktur. Ertesi sabah bir anonsla emirler verilir. Kimse dışarıya  çıkmaya çalışmayacaktır. Çıkmaya kalkışan öldürülecektir. Her gün eklenen yeni  körlerle içeride hayat giderek daha da zorlaşır. Bu arada ülkede yayılan salgın  kontrol edilemez hale gelir ve iktidarı da etkiler. Tam bir kaos yaşanmaktadır  artık.
  
    Hastane-  hapishanede az olan yemek kavgası mafyayı doğurur ve bir çete ortaya çıkar.  Hepsi kördür ama bazıları daha “kördür” artık. Dışarıdaki eşitsizlik burada da  devam eder. Ancak “güçlüler” ayakta kalacaktır. Yemekten sonra eşyalara göz  diken çete, işi iyice azıtır ve kadınları da ister. İktidar onlardadır ve karşı  çıkmanın bedeli ölümdür. Kadınlar bu isteğe itiraz ederler. Erkekler de. Fakat  açtırlar ve açlık ahlaktan, namustan daha önemlidir. Kadınlardan bir kısmı  duruma razı olur. Çetenin üyeleri kadınlara “hakmış” gibi tecavüz ederler.  Suçluluk duygusu topluca işlenen suç nedeniyle kimsenin aklına gelmez.  Tecavüzler yemeği sağlayınca, “Daha çok yemek için kadınlar daha çok yatsın”  demeye başlar erkekler. Kadınlar birbirlerine kuvvet vererek acılarını  azaltmaya çalışırlar. Bu vahşi ortama son vermek doktorun karısına düşer.  Çetenin başında bulunan adamın boynunu  makasla parçalar.  Saramago bu olaydan  sonra doktorun karısına “Bir insan öldürdüm, bunu yapabileceğimi hiç  düşünmezdim. Ama şimdi bir insan daha öldürüp öldüremeyeceğimi bilmiyorum!”   dedirterek insanın yapabileceklerinin  sınırlarını sorgulatır bize. 
  
    Hastane-hapishanede çıkan büyük bir yangın nedeniyle dışarı çıkmaktan başka çareleri  kalmayınca nöbetçilerin olmadığını anlarlar ve dışarıya çıkınca darmadağın,  yağmalanmış, perişan bir şehir ve tamamı kör şehir halkıyla karşılaşırlar.  Doktor ve karısı ile içeride iken kader birliği yapmış birkaç kör birbirlerine  tutunarak bu cehennemde yiyecek bulmaya, hepsi birer “vahşi hayvana” dönüşen  kör kalabalığında hayatta kalmaya çalışırlar. Doktor ve karısının yardımlarıyla  en sonunda doktorun evine ulaşırlar.   Eski hayatlarını ve alışkanlıklarını hatırlamaya başlayan  kahramanlarımız gelecekleri konusunda endişeli olsalar da bundan sonraki düzenlerini  kurmaya başlarlar. Son sahne unutulmayacak kadar etkileyicidir. İlk kör olan  adam bir anda görmeye başlar. Anlarlar ki zamanla hepsi görmeye başlayacak. Bu  mutlu gibi görünen son aslında insanlık adına umutsuz bir durumu  göstermektedir. Hepsi yeniden görecek olmanın mutluluğuyla sevinirken, doktorun  karısının gözlerinden akan yaşlar sevinçten değildir. Baştan beri gören tek  kişi olması nedeniyle üzerine yüklenmiş yükten kurtulmak bile sevindirmez onu.  İnsanın ve toplumun yenilgisidir gözyaşlarının nedeni. Baştan beri beklediği  körlük artık kendisini bulmuştur, ancak gördüğü herkes onu da görmektedir.  Kitabı bitirdiğinizde veya filmin jeneriği akarken Saramago’nun her birimize  şunu sorduğunu anlıyoruz: “İnsanın ve toplumların varoluş gerçekliği saldırıya  uğradığında veya bir nedenle bozulduğunda ahlak, vicdan gibi kavramlara ne  olur? Hayatta kalmak için ne kadar ilkel olabiliriz? Doğanın ve kendi doğamızın  karşısında ne kadar güçlüyüz-süzüz? Savaşlar, sömürü düzeni,  din adına yapılan terör, her gün bir yenisi  ortaya çıkan salgın hastalıklar, doğal felaketler karşısında yirmi birinci  yüzyılda yaşayan bizler ne yapıyoruz? Dünyamıza, insanlığa ne olduğunu, böyle  devam ederse ne olacağını, gerçekten görüyor muyuz? Yoksa hepimiz kör mü olduk? 
   
  Gülseren  Karaçizmeli