HALUK GERGER
İran, Demokrasi, Emperyalizm
Emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni saldırısıyla birlikte “insancıl emperyalizm”in sözde demokratikleşme projesi de çok tartışılır oldu. Irak’tan “kavuniçi-mavi, limon-portakal devrimleri”ne şiddetle örülmüş büyük sarsıntılarda demokrasi-emperyalizm ilişkileri de gündeme oturdu.
Son İran seçimleri vesilesiyle de bu sorun yine güncelleşti. Global liberal hamlenin bu en önemli ideolojik saldırısı, İran seçimlerinde de işlemeye başladı ve bildik “emperyalizmin demokrasi ihracı” meselesi kafaları karıştırdı.
İran’a ilişkin bu konudaki analize elbette temel bir tesbitle başlamak gerek. Bu tesbit, özünde, İran’daki “dinsel demokrasi”nin büyük zaaflarının, hatta aldatmacacı niteliğinin saptanması olarak özetlenebilir. Özünde zaten bir sınıf diktatörlüğü olan burjuva demokrasisi, İran örneğinde, ülkenin özelliklerini içeren bir molla diktatörlüğü olarak ortaya çıkıyor. Yönetimin “dinsel demokrasi” olarak nitelendirdiği bu “teokratik-burjuva diktatörlük” aslında dünyevi otoriteyi reddeden Şii doktrininin de yadsınmasını ifade etmektedir ama işin bu kısmı konumuz dışı.
Birinci saptamamızdan iki ncisine geçmek kolay: İran’da halkın meşru, gerçek, haklı demokratik özlem ve talepleri vardır. Bu toplumsal dinamik, seçimlerin öncesi ve sonrasında, kendini güçlü bir sosyal hareketlilikle göstermiştir. Bir başka ifadeyle, toplumsal muhalafetin eylemliliğinin kökenleri içerdedir; protestolar rejimin karakterinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Üçüncü tesbitimiz ise, şudur: İran’daki denklem içerisinde emperyalizm de mevcuttur. Emperyalizm, ABD’siyle, AB’siyle, toplumsal muhalefetin haklı, meşru, otantik eylemliğini manipüle etmeye, yönlendirmeye, kışkırtmaya girişmiştir, onunla oynamıştır, kısacası,onu kötüye kullanmaya kalkmıştır. Bunda bütünüyle başarısız olduğunu söylemek de güçtür.
Bu üç tesbit, demokratik halk hareketleriyle emperyalist fırsatçılık ve karışmacılık arasında ilişkiyi değerlendirme ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Soru şudur: baskıcı rejimlere karşı başkaldıran yerel demokratik muhalefet güçleri, söz konusu rejimle çelişki içindeki emperyalizmle ilişkilerini nasıl düzenleyecektir? Bir başka ifadeyle, halk güçlerinin demokrasi ve hak mücadelesinde emperyalizm, geçici ve taktiksel de olsa, bir müttefik olabilir mi?
Bu sorunun yanıtını İran örneğinden hareketle arayabiliriz. Rejim-demokratik muhalefet-emperyalizm üçgeninde cereyan eden olaylar zincirinde kim kazanmakta, kimler ya da neler kaybetmektedir?
İlk olarak, net bir biçimde görülmektedir ki, bu oyunda “demokrasi” kirlenmekte, kaybetmektedir. Emperyalizmle, dış karışmacılıkla, halk düşmanı çıkar odaklarıyla lekelenen demokrasi kavramı, hak mücadelesi ve demokratik direniş, yığınlarca da kuşkuyla karşılanmakta böylece bizzat direnişciler, halk güçleri, toplumsal muhalefet cephesi kaybeden taraf olmaktadır. Olsa olsa, bu saflar içinde yer alan reformcuların alanı bir nebze genişlemektedir belki ama bu da halkın dostları açısından ters tepmekte ve bu sefer de yığınlar kırıntılarla avutulma tuzağına çekilebilmektedirler. Üstüne üstlük , halk düşmanı dış güçlerle rabıtalanma aymazlığıyla eldeki meşruiyet de tüketilmektedir.
Buna karşılık, rejim bu durumdan yararlanmaktadır. Emperyalizme ve dış karışmacılığa karşı ülkenin bağımsızlığını, onurunu koruma kisvesi sadece oy getirmemekte, aynı zamanda, meşruiyet zeminini de güçlendirmektedir baskıcı İslamcı kapitalizmim egemenlerinin. Ortaya çıkan çatışmacı durum rejime iç displini sağlamada büyük imkanlar yaratıyor, dış düşman tehdidi karşısında hak arama talepleri bile ertelenebiliyor, baskılanabiliyor. Bu durumun yarattığı bahanelerle rejimin baskıyı arttırma olanakları da genişliyor kuşkusuz. Bağımsızlıkçı tepkileri arkasına alarak manipüle eden rejim sadece meşruiyet alanını genişletmekle, destek zeminini sağlamlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda, baskı araçlarını da çeşitlendiriyor, ideolojik aygıtlarını tazeleyebiliyor.
Bu durumdan emperyalizmin de kendine göre kazançlı çıktığı kuşkusuz. Emperyalizm bir yandan düşman bellediği rejimi istikrarsızlaştırmanın ve ona müdahalenin yeni bahane, alan ve araçlarını oluşturuyor;öte yandan içerde ve dışarda kimi kesimlere rejimin meşruiyetini sorgulatabiliyor. Ayrıca, yarattığı kargaşa ve güven bunalımıyla rejimin baskıcı niteliğini kaşıyor, böylece iç tepkileri kışkırtıyor. Tabii bütün bunları rejim üstündeki baskılarını arttırmak ve etkin kılmak için koz olarak kullanıyor, onu içerde ve dışarda yalnızlaştırarak, özgüvenini zedeleyerek zayıflatıyor.
İran’daki tablo böyle işte: Demokrat olmayan antikomünist bir yapı ve karşısında demokratik hakları, savunur konumda görünen emperyalizm. Yaman bir seçimdir bu. Soros demokratizmine karşı, burjuva sınıf diktatörlüğünün bir versiyonundan başka seçenek sunulamıyor halka. Tam bir ”kırk katır mı, kırk satır mı” cenderesi.
Bu kaçınılmazdır burjuva demokrasisinde; sömürücü tuzukurular kendi alternatiflerini hep yaratır ve yoksullara dayatırlar. Yoksullarsa sadece seçeneklere göre oy verirler ve sonunda dolandırılırlar. İran’da onlar bakımından bu sefer görece hayırhah olan seçenek Ahmedinejad idi anlaşılan ve onlar da ona göre oy kullandılar. Küçükburjuva demokratların bir bölümüyse, bilerek ya da bilmeyerek, emperyalizmin kuyruğuna takılıp onun kışkırtmalarına kapıldılar. Sonuçta, halk, emek ve demokratik haklar kaybetti, baskıcı rejimle emperyalizm kendi uğursuz kazanç hanelerine yeni avantajlar, kozlar eklediler.
Böylece bir kez daha görülüyor ki, ana sorun, kötüler arasında seçim yapma tuzağını aşıp emekçi yığınların kendi öz seçeneklerini yaratabilmesinde yatmaktadır ve İran olayı bu bakımdan derslerle doludur. Bir kez daha, örgütsel ve ideolojik bağımsızlığın yaşamsal önemi kanıtlanıyor.
Haluk Gerger